Toz halindeki kına, sarımtırak yeşil renktedir. Bu tozdan gereği kadar bir kısım alınıp suda hamur gibi yoğrulduktan sonra, saça, ya da ele vs. sürülür. Bir iki saatten az olmamak üzere bir süre bekletilir. Sonra çıkarılıp, kına konulan yer soğuk su ile yıkanarak temizlenir. Kınanın cinsine göre boyası, ciltte bir iki hafta kadar kalabilir. Kına ile boyama işine «kına yakmak» denir. Yakılan kınanın iyi çıkması ve tende süreli kalması için, sürülecek organın önceden çok iyi yıkanmış olması, yağdan temizlenmiş bulunması lâzımdır.
Kına, eskiden, dini günlerde, ramazan ve bayramlarda, şenlik ve düğünlerde kullanılan, daha çok kadınların geleneği olan bir süslenme aracıydı. Bununla beraber bazen delikanlıların avuç ayalarına, yaşlı erkeklerin sakallarına yaktıkları da olurdu. Özellikle İran’da şii mezhebi mensuplarından bir kısmı kına yakmayı bir çeşit dini gerekçe haline getirmişlerdir. Bugün köy ve kasabalarımızdaki genç kızlarımız hâlâ ellerine, ayaklarına, tırnaklarına, bazen yanak ve alınlarına kına yakmaktadırlar.
Bugün unutulmuş, ya da azalmış olmakla beraber, yakın zamanlara kadar kına yakmayı özel meslek edinmiş kadınlar vardı ki; bunlar çok güzel desenler yapmak suretiyle bu işi sanat derecesine çıkarmışlardı. Güzel, süslü, motifli ve iyi tutan kına yakanlara ‘’kınacı’’ denirdi. Kınacılar, yaktıkları kınanın daha iyi tutması için, bunların içine ‘’reng’’ denilen özel bir madde katarlardı.
Saçları ağarmaya başlamış kadınlar, bugünkü saç boyaları yerine, başlarına kına yakarlar; bazı anneler, askere yolladıkları evlâtlarının avuçlarına kına doldururlardı. Osmanlı İmparatorluğu zamanında, bir ara, devlet büyüklerinin, beyaz atlarının kuyruklarına kına yakarak kırmızıya boyamaları moda olmuş; sonra;Ham maddesi kutsal sayılan bu maddenin hayvanlara da uygulanması doğru görülemeyerek, bu iş yasak edilmişti.