“SOYA DÖNÜŞ” REZALETİNİN ROMANI
Yazan: İsa Cebeci
Bulgaristan Türkleri Edebiyatına 40 dolayında öyküyle ve çocuklara yönelik “Gece İmtihanı” uzun öyküsüyle adını yazdıran 1940, Razgrat- Ezerçe köyü doğumlu İsmail Yakup, 2011 yılında yayınladığı “Kestaneler Altında” romanıyla içindeki edebiyat sevgisinin sönmediğini göstermiştir. Söz konusu roman, geçen yüzyılın 80’li yıllarında “Soya Dönüş” adı altında gerçekleşen Bulgaristan Türklerini kimliksizleştirme olayları ve bunlarla ilgili olarak uygulanan devlet terörü, yaşanan acıların ve gelişmelerin kapsamlı bir tablosudur.
Romanın yazarı İsmail Yakup, 1940 yılında Bulgaristan’ın Deliorman bölgesinde doğup, bu bölgeye öğretmen yetiştirmek amacıyla açılan Razgrat Türk Pedagoji Okulunu bitirmiştir. Askerlik görevini de yaptıktan sonra 1961 yılında “Buyurun Rodoplara” çağrısına uyarak oradaki Çernooki (Karagözler) köyüne öğretmen olmuştur. Türk soyluların ağırlıkta olduğu bu bölgede yurt yuva sahibi olduktan ve 8 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra Tüketim Kooperatifi başkanlığına getirilmiş ve bu görevi 16 yıl boyunca sürdürmüştür. Çalışma hayatının son 6 yılını Krumovgrat (Koşukavak) ilçesinde “Ziraat ve Orman Dairesi yönetmeni olarak geçirmiş ve sonra da emekliliğini istemiştir.
İsmail Yakup’un edebiyat dünyasına girmesi, öğretmeni ve köydeşi şair Mehmet Davutoğlu’nun teşvikleri, Krumovgrat yazarlarından Ömer Osman, Ahmet Mehmet ve Kadir Osman’ın destekleriyle gerçekleşmiştir. Nesir yazarlarının çoğunda görüldüğü gibi İsmail Bey de yazın hayatına şiirle başlamış. İlk şiiri 1954 yılında “Eylülcü Çocuk” gazetesinde basılmış ancak öykü türünde daha başarılı olmuştur. Halk Gençliğinin ilân ettiği öykü yarışmalarına katılarak 1961 v1 1963 yıllarında ikincilikler, 1968 yılında ise “Altın Yüzük” adı verilen yarışmanın birincilik ödülüne lâyık görülmüştür. Tanıtımını yaptığımız roman, onun adını Bulgaristan Türkleri edebiyat tarihine yazdıracak en hacimli ve en önemli eseridir.
“Kestaneler altında” romanı, 2009 yılında sona erdirildiği halde ilk baskısı 20011 yılında İstanbul Akademi Yayıncılık tarafından gerçekleştirilmiş. Kitap, 13,5/19,5 cm boyutlarında, 285 sayfadan oluşmuş. Kitabın kapakları yumuşak mukavva kâğıdından yapılmış olup, ön kapakta kestane ağacı altında sevişen iki gencin resmi, arka kapakta ise yazarın bir fotoğrafı ve kısa özgeçmişi verilmiştir.
Romanın konusu, 1984/1985 yıllarında Bulgaristan’ın komünist hükümetinin Müslüman azınlıklara devlet gücü ve baskısıyla uyguladığı kimliksizleştirme ve asimilâsyon siyaseti, bu siyasetin öncesi ve sonuçlarıdır. Mevcut hükümetin bütün devlet kadrolarını ve araçlarını kullanarak bu suçsuz ve çalışkan insanların üzerine atılması roman türünün verdiği imkânlar dahlinde eser kişilerinin ağzından ustaca anlatılmıştır.
Romanın Kurgusu ve Olaylar Zinciri: Romanın kurgusu klasik olay hikâyesini anımsatır. Üniversiteyi yeni bitirmiş olan Deliormanlı bir Türk genci, Rodoplar’daki bir Türk köyüne öğretmen olarak gelir. Yıllardan 1997’dir. Burada “Sessiz Ali” adıyla anılan ve asıl adı Hayri Aliev Hayriev olan kişiyle tanışır. Hayri, annesiyle babasının evinde oturmakta, arıcılık ve tütüncülük işlerinde onlara yardım etmektedir. Genç öğretmenle Hayri arasında arıcılığa ve edebiyata dayalı samimi dostluk bağları oluşur. Genç öğretmen, Hayri’nin köyden ayrıldığı günlerde onun kovanlarına dahi bakar. Bu bölüm romanın giriş bölümünü oluşturur.
Hastalıklarla boğuşan Hayri’nin tedavi amacıyla köyden ayrıldığı bir günde köy öğretmeni arı sandıklarının bakımını yaparken, bir kovan sandığında onun iki not defterini bulur. Bunlardan birincisi “Mavi Kaplı Not Defteri”, ikincisi ise “Kara Kaplı Not Defteri” olarak anılır ve romanın düğüm bölümünü oluştururlar. Günce biçiminde yazılmış olan mavi kaplı defterde Hayri’nin üniversitedeki öğrencilik yılları, ilk öykü denemeleri, öğrenciliği bitmeden bir Türkçe gazetede işe alınması, 1984 yılının bahar aylarında komünist iktidarın Aytos ilçesinin bazı köylerinde ve Rodopların İvaylovgrad (Ortaköy) ilçesine bağlı köylerinde Türklerin adlarını değiştirme provaları yaptıkları, Semra adındaki üniversite öğrencisiyle yaşadıkları aşk ve aynı yılın kasım ayı ortasında köyüne gelirken yolda tutuklanması ve sevgilisi Semra’dan polis zoruyla ayrılmaları anlatılmaktadır. Mavi Kaplı Not Defterindeki olaylar Eylül 1980 ile Kasım 1984 yıllarını kapsar.
Kara Kaplı Not Defterindeki olaylar ise 6 Mart 1985 ile 14 Mayıs 1989 tarihleri arasında gerçekleşmiş olanlardır. Bu bölümde başkişi Hayri’nin, 1984 Kasım ayında Bulgar emniyetince tutuklandıktan sonra polis karakollarında maruz kaldığı eziyetler, hamile kalan eşi Semra’nın yağmur altında üşütüp hastalanması ve ölümü anlatır. Hayri’nin birçok Türk evlâdı gibi Belene temerküz kampına götürülmesi beklenirken, emniyette önemli bir mevkiye gelmiş olan askerlik arkadaşı Boyanov tarafından kurtarılıp cezasının ev hapsine çevrilmesi, ev hapsi süresince akşam sabah muhtarlığa gidip defter imzalaması, emniyet temsilcileri ve onların çömezleri tarafından sıkı bir şekilde izlenmesi, bunca sıkı takibata rağmen 1985-1989 yılları arasında Bulgaristan’da kurulan bazı illegal örgütlere katılması, Hür Avrupa Radyosu’na haberler yazıp göndermesi ve köyde illegal grup kurup baskıcılara karşı isyan çağrıları dağıttırması, hep bu bölümde anlatılmıştır. Her iki defterde de günce şeklinde anlatılan olaylar romanın düğüm bölümünü oluşturur.
Çözüm bölümündeki olayları ise Hisar kasabası hastanesinde tedavi gören romanın başkişisi Hayri’nin köyünde çalışan edebiyat öğretmenine yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Polis karakollarında maruz kaldığı açlık, eziyet ve soğuklardan dolayı böbrekleri iflâs eden Hayri’nin hastalığı kansere dönüşmüş ve tedavi umutları tükenmiştir. Böyle bir durumda annesini üzmek istemediği için Hayri, güçbelâ yazdığı mektubu ziyaretine gelen genç meslektaşına verir. Bu mektupta ikinci tutuklanışından (17. Mayıs 1989) sonra emniyet makamlarınca Kapitan Andreevo sınır kapısına götürülüp sınır dışı edilişini, vizesiz olduğu için Türk makamlarınca kabul edilmeyip, Bulgaristan’a gönderilişini, Bulgar makamları kabul etmeyince bir gün bir gece açıkta kaldıktan sonra, Bulgar emniyetçileri tarafında alınıp yine sorgu ve eziyetler maruz kalışını ve 23 Ağustos 1989 günü baba evine toplanışını anlatır.
Hayri, polis dairelerinde çile doldururken köylülerin yarısı Türkiye’ye göç etmiş, evler, bağlar, bahçeler, tarlalar boş, hayvanlarsa başıboş kalmıştır. Eve dönüşünden 1 hafta sonra emniyet adamları gelip onu Troyan kasabasına sürgün ederler. Çalışacağı fabrikanın yöneticilerine tehlikeli bir terörist olarak takdim edilir. Fabrikada işe yerleştirilir ama kontrollerin ardı arkası kesilmez. Ancak çalışkanlığı, dürüstlüğü ve sevecen hareketleriyle yeni ortamdaki arkadaş ve yöneticilerin beğeni ve takdirini kazanır. Nihayet hükümet kararıyla adların iade edileceği bildirilir. Fabrika müdürü ona özgürlük müjdesini vermiş ve ayrılmazdan önce de evinde misafir etmiştir. Hürriyetine kavuşan Hayri, ülke içindeki bazı arkadaşlarını bulmak için geziye çıkmış, öğrencilik arkadaşı Bedri’nin belediye başkanı olduğunu, eşi Seniha’nınsa çok değiştiğini, Doçent’in sınır dışı edildiğini öğrenmiş, Pleven tarafındaki arkadaşını bulamayınca geziden vazgeçmiştir.
Köyüne döndüğünde ise bir sürü garabetle karşılaşmıştır. Babasının hastalığı ile meşgul olurken köydeki gençler HÖH’ün yerel örgütünü kurmak için toplantı yapmışlar. Kurucular toplantısına katılamayan Hayri, Harekete üye olmak istemiş ama “Geç kaldın ağabey” cevabını almıştır. Eski köy muhtarı Ahmet ağabey istifasını vermiş ve yerini de ev hapsi günlerinde Hayri’ye “hoş geldin” demekten bile kaçınan Uzun Mehmetlerin Veli almıştır. Köyünde Türkçe öğretmeni olmak istemişse de hiçbir okulda edebiyat öğretmenine gerek olmadığını söylemişlerdir kendisine. “Demokrasi” döneminde husule gelen particilik ve toplumsal çarpıklıklar onun yazma hevesini de sıfırlamıştır. Bu acı durumlar karşısında iki cilt şeklinde hazırladığı hikâyeleri ateşe atıp, günlük tutmaktan da vazgeçmiştir.
Ömrünün sona yaklaştığı günlerde romanın başkişisi “Demokrasi” denen düzenden de umudunu kesmiş görünmektedir. Bu dönemde de Türkçe derslerinin ve öğretiminin hiç umursanmadığından, Türkçe gazete, dergi ve kitap yayıncılığının bir türlü düzene girememesi ve Türkçe okuyucu bulunmamasından şikâyet etmektedir. Onu çok üzen bir husus daha vardır: birçok Türk asıllının anne ve babaları tarafından verilen Türkçe adları geri almaması. İnsanların Türklük ruhlarında oluşan tahribatlar Hayri’yi acı acı düşündürür. Ama bunlarla birlikte Emniyet koğuşlarında kazandığı amansız dert onu iyice yıpratmıştır. Bir deri bir kemik haline gelen bedeni uygulanan tedaviye cevap vermemiştir ve doktorlar evine götürülmesini tavsiye etmişlerdir. Köyün genç öğretmeni, onu bir taksi ile Hisar kasabasından evine getirmiş ve Hayri, baba evindeki yatağında sabaha karşı vefat etmiştir. Başkişi Hayri’nin hayattan ayrılmasıyla da “Kestaneler Altında” romanı sona ermektedir.
Romandaki olaylar iki hat üzerinde gelişmiştir: Birinci hatta başkişi Hayri Aliev’in başından geçenlerle onun temas halinde bulunduğu kişiler- annesi ve babası, kardeşleri öğrencilik arkadaşları, sevgilileri, gazeteci arkadaşları, köyünde edindiği dava arkadaşları (işçi Sabri, Traktörcü Mehmet ve baytar İsmet, Küçük Mehmet) köyün postacısı, muhtarı ve muhtarlık sekreteri v.s. kişiler tanıtılır, gelişmekte olan toplumsal değişimlerden etkilenişleri ve tepkileri, endişeleri ve değişimlere karşı tutmları anlatılır.
İkinci hatta ise Jivkov rejiminin son 10 yılında ülkede gelişen siyasal ve toplumsal olaylara yer verilmiştir: Bunlar, 1980 yılından sonra Türkçe çıkan gazetelerde Türkçe alanının daraltılması ve bitirilmesi, Türk kökenli aydınların 6. Şube tarafından sıkı bir şekilde takibe alınması, gazetecilerin ve Türk aydınlarının telefonlarının dinlenmesi, 1984 yılının kasım ayından itibaren Güney Bulgaristan’da bütün Türklerin adlarının silâh zoruyla değiştirilmesi, 1985 Ocak ayında ise Kuzey Bulgaristan’daki Türklerin adlarının değiştirilmesi, boyun eğmeyenlerin hapislere ve Belene adasına gönderilmeleri, ardında da komünist iktidarın Türklerin dilini, dinini ve geleneklerini baskı altına alması, Türk adlarını kullananlara ve Türkçe konuşanlara ceza kesilmesi, romanda ustaca ve ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Baskı yılları esnasında Türk kökenli mağdurların baskılara tepki vermek için oluşturdukları illegal örgütlerden de kısaca söz edilmiştir. Onların adlarını da buraya alıyorum: Dobriç’te kurulan BTMKH, diğer bölgelerde ise, Türk Dayanışma Cemiyeti, “Uzun Kış” örgütü, İnsan Haklarını Koruma Birliği, Bağımsız “Destek” Sendikası, “İnsan Hakları Ligi”, Bağımsız İnsan haklarını Koruma Cemiyeti, Açıklık ve Demokrasi Kulübü, “Gazeteci Halim Pasacov’un Grubu v.b. örgütler ve Jivkov rejiminin çökmesinden sonra HÖH gibi siyasi oluşumlardır.
Romanın Kişileri: Daha yukarıda da belirtildiği gibi başkişi Hayri Aliev’dir. Hayri, ülkenin güneyindeki Rodop dağlarının bir Türk köyünde doğmuştur. Yetenekli ve çalışkan bir genç olduğu için üniversite sınavlarını kazanmış ve 1980 yılında askerlikten terhis olup Sofya’da Üniversitesinde Edebiyat Fakültesinde yükseköğrenimine başlamıştır. Burada edebiyat alanında ilk denemelerini yapmış ve bazı öykülerini “Şafak” gazetesinde yayımlamıştır. Bu başarısından dolayı öğreniminin son yılında aynı gazeteye eleman olarak işe alınmıştır. Burada Halim adındaki gazeteci ile aynı odada çalışmaktadır. Kendisi gönüllü muhabirlerden sorumludur. Gazetedeki amirleri başyazar ile başyazar yardımcısıdır. Göreviyle ilgili en sık başyazar yardımcısıyla görüşmektedir. Zaman zaman ülke içinde memuriyete gönderilmekte, okurlarla ve yerli muhabirlerle görüşmekte ve izlenimle dayalı gazete yazıları yazılmaktadır. Yazıları beğenilmektedir.
Ancak 1984 yılında emniyet adamları, oturduğu kiralık evle ilgili adres beyanı vermemekle suçlamış ve kendisine kaldıramayacağı kadar ağır bir para cezası kesilmiştir. Bu güç durum ile ilgili olarak polis idaresine gittiğinde karşısına askerlik arkadaşı Boyanov çıkar. Boyanov, rütbeli polislerden daha önemli ve daha yüksek rütbeli bir sivil polistir. Hemen “yardımcı” olur ve kesilmiş olan ceza makbuslarını iptal ettirir. Bu, aslında Hayri’yi emniyet organlarına yardımcı olarak celbetmek için kurnazca düşünülmüş bir oyundur. Henüz deneyimi az olan Hayri, ilk zamanda bunu fark edemez. Boyanov, sosyalist Bulgaristan’da Türkçe çıkmakta olan gazete, dergi ve kitapları ve Türkçe yazanları denetleyen Devlet emniyet teşkilâtında yeni oluşturulan 6. Şubede sansür uzmanıdır. O nedenle de gazete idarehanesine uğrayıp Türk soylu başmuharrir ve başmuharrir yardımcısı ile sık sık görüşmektedir.
Önceleri genellikle başyazar yardımcısının yanından dönen Boyanov, artık Hayri ile de gizlice görüşmektedir. Amacı Türklerin yaşadığı bölgelerle ilgili bilgiler toplamak ve gerekli yerlere ulaştırmaktır. Nasıl olsa bir gazeteci olarak Hayri Türk bölgelerine gazete adına memuriyetlere gönderiliyor ve emniyetçi arkadaşı da ondan yararlanmak istiyor. Ancak yaklaşmakta olan “Türk fırtınası” yüzünden Boyanov daha-önemli görevlere gönderilmiştir ve onun yerini İvanov adında bir başka sivil polis almıştır. O zamanlar henüz cep telefonları yok ve iletişim işyeri telefonlarıyla gerçekleşmektedir. Yeni emniyetçi İvanov da Hayri’ye bu telefondan ulaşmakta ve randevu yeri ve saatini belirlemektedir. Ne var ki, Hayri bu randevulara canı istemeye istemeye gitmektedir.
Bu arada evlilik yaşına gelmiş olan Hayri’nin başkentte okuyan Semra ile aşkı da ilerlemektedir. Yemekhanede ve oturdukları evlerde buluşmaları, “Kestaneli Sokak”ta gerçekleştirilen yürüyüşler, onları ruhen birbirilerine yaklaştırmış, evlenme kararı almaya kadar götürmüştür. Bu arada 1984 yılının son aylarında Rodoplar bölgesinden Bankâ kaplıcalarına gelen köydeşlerinden endişeli haberler almaktadır. Hatta bir defa oda arkadaşı Halimle birlikte Kırcaali’ye bir tren gezisi dahi yaparlar ve orada çıkmakta olan “Yeni Hayat” gazetesinde çalışan arkadaşlarıyla emniyet makamlarına sezdirmeden buluşurlar ve ürkütücü haberleri kaynağından alırlar. Bu geziden emniyetin haberi olmamıştır. Daha sonra da ailesiyle düğün konusunu görüşmek amacıyla Semra ile birlikte köye gitmek üzere yola çıkarlar. Ancak bu yolculuk onlara en büyük ıstırabı yaşatır. Türkler üzerinde devlet terörü uygulayan polis ve emniyet görevlileri, tertemiz bir aşkı acımasızca ayaklar altına alıp genç bir Türk kızının ve ana rahmindeki bir bebeğin hastalanıp ölmelerine, ailelerinin de sonsuz acılara gömülmelerine neden olmuşlardır.
Başkişi Hayri, bir kişinin adının ancak onu verenler tarafında değiştirilebileceğini savunarak devletin güvenlik kollarına direnmiş ve bu cüretin bedelini polis koğuşlarında 7 ay boyunca türlü eziyetler çekerek, ev hapsinin şartlarına katlanarak, sürgün hayatını deneyerek ödemiştir. Bu arada sağlık durumu bozulmuş, böbrekleri hasara uğramış, yaşadığı stresler ve acılar, kanser hastalığına yakalanmasına sebep olmuştur. Komünist Bulgar iktidarının Türk soylulara uyguladığı kimliksizleştirme girişimi bu yetenekli hikâyeci ve gazetecinin genç yaşta acımasızca hayattan koparılmasına da sebep olmuştur. Gazeteci Hayri, sağlam bir Türk bilincine sahip olduğu için zalimlerin bu insanlık dışı baskılarına karşı mutlaka tepki gösterilmesinin gereğine derinden inanmış ve köyündeki 3 gençle birlikte bir gizli grup oluşturup “insan Hakları Ligi” ne üye oluyor, “Hür Avrupa” radyosuna kısa muhabereler gönderiyor, etraf köylerde çağrılar dağıttırıyor.
Roman incelemelerinde genelde kişiler olumlu ve olumsuz diye gruplaştırılırlar. Tanıtımını yaptığımız “Kestaneler Altında” romanının kişiler kadrosu oldukça zengindir. 30’un üzerinde kişi var ki, her biri hakkında 30 cümle yazsak, yazımız uzar gider. Önemli saydığımız kişileri daha iyi tanıtmaya çalışacağız. Bunlardan biri, üniversitede Hayri’ye rehberlik eden ve onu hikâye yazmaya yönlendiren edebiyat hocası Doçent’tir. Ad değiştirme günlerinde o da Belene’ye gönderilmiş ve zorunlu göç başlayınca sınır dışı edilmiştir. Hayri’ye gazetecilik mesleğinde rehberlik eden ise oda arkadaşı ve edebiyatçı Halim Ağabey’dir. Hayri’yi yanına alıp Deliorman bölgesine memuriyete götüren ve hayat deneyimi kazanmasını sağlayan, onu o netameli yıllarda koruyup himaye eden de odur. Halim de Türk bilinci sağlam olan bir gazetecidir ve emniyet güçlerinin kurnazlıklarını zamanında sezebilmektedir.
Hep olumlu kişiler grubuna dahil edebileceğimiz kişiler arasında Hayri’yi gizli gizli himaye eden köy muhtarı Ahmet Abi’yi, yardımcısı Semra’yı, Hayri’yi çok seven, ona arıcılık işlerinde yardımcı olan ve aynı köyün okulunda çalışan genç edebiyat öğretmenini anmamız gerekir. Köyünde ev hapsi cezası öderken Hayri’nin etrafında iyi veya kötü niyetli çeşitli insanlar dolanmaktadır. Ancak Hayri’ye iyi niyetle yaklaşanlar arasında hikâye heveslisi Adil öğretmeni, Sofya’da öğrenci iken tanıdığı ve Hayri’ye telefonla taşradaki baskılar hakkında bilgi veren komşu köy öğretmeni Topalov’u da zikretmek yerinde olacaktır. Bu son kişi T.C. cumhurbaşkanına, Sofya’daki Türk büyükelçisine mektup yazdığı için Eskizağra hapsine gönderilmiştir. Olumlu kişiler grubuna Kırcaali’de çıkan Yeni Hayat gazetesi çalışanlarından Mehmet ile Muhammet’i de dahil etmek doğru olacaktır zira onlar, 1984 Ekim ayında “Şafak” gazetesinden gelen Hayri ve Halim beyleri karşılayıp, emniyet çalışanlarına sezdirmeden bölgede Türklere yapılan baskılar hakkında bilgi vermişlerdir. Olumlu kişilerin listesi uzundur. Onları tanımak isteyenler romanı okuyarak daha iyi öğrenebilirler.
Olumsuz kişiler: Kişileri olumsuz veya olumlu diye gruplaştırırken genellikle mağdurların açısından yaklaşıyoruz. Onlar genellikle Türk kökenli Bulgaristan vatandaşlarıdır. Her ne kadar Hayri’nin hamisi olarak görünse de, onu Belene temerküz kampından kurtarsa da Boyanov, olumsuz kişiler grubunda gösterilmelidir, zira bu iyiliği ondan bazı bilgiler kopartmak ve komünist iktidara yaranmak için yapmaktadır. Nitekim Türk adlarının zorla değiştirildiği o günlerde Türk bölgelerinde gerçekleştirilen çeşitli operasyonlarda yer aldığı açıktır. Boyanov’un yerini alan diğer gizli polis-İvanov daha da sert tabiatlı, tehditkâr tavırlarıyla Hayri’nin hoşlanmadığı bir kişidir. Hayri’nin kendi köyünde ev hapsini yattığı yıllarda arkasında gölge gibi gezen ilçe emniyet sorumlusu da sergilediği aşağılayıcı ve tehditkâr tavırlarıyla köylünün nefretini kazanmış grandoman biridir.
Türkler arasından da Bulgarlara yalakalık yapan, onlara kolayca boyun eğen kişileri doğal olarak olumsuzlar grubunda görmekteyiz. Bunların başında “Şafak” gazetesinin başmuharrir yardımcısı dikkat çeker. O, sansürcü Boyanov’dan ve iktidar partisinden aldığı talimatlar doğrultusunda gazete çalışanlarına ödevler veren kişidir. Kendisine dikte edilenleri şevkle yerine getirmektedir. Hayri’nin köydeşi Postacı da sığ düşünceli biri olup Polis yetkililerinin verdiği direktifler doğrultusunda “kusursuz” çalışmaktadır. Hayri’nin telefon görüşmesi yapmalarını, mektup alıp göndermelerini sürekli engellemiştir. Burada köyün okul müdürünü de unutmamak gerekir. O da ilçe emniyet temsilcisine Hayri’yi izlemek için destek vermekten geri durmamaktadır.
Komünist Bulgar makamları bütün Türk soyluların adlarını değiştirmiş olmalarına rağmen baskıları devam ettirmektedirler. Verdikleri yeni Bulgar adlarına Türkleri alıştırmak için çeşitli yollar denemektedirler. “Yeni Bulgarların” kendi aralarında yabancı dille (Türkçe) konuşmaları, Türk adlarını kullanmaları, dinî bayramlarını kutlamaları, düğünlerde Türk müziği çalıp dinlemeleri, Türklüğü hatırlatan her şey yasaktır ve ihlâl edenlere parasal cezalar uygulanmaktadır. Türklerin birbirilerine Bulgar adlarıyla hitap etmeleri istenmektedir.
Yeni uydurulan âdetlerden biri de Türkler arasında sülâle (soy) geceleri kutlamaktır. Böyle bir gün de Bakırcıevler sülâlesi için düzenlenen gecedir. Sülâleye adını veren kişi 19. asırda doğmuş ve ölmüş olan Angel Bakırciev’dir. Oğlunun adı İvan Bakırciev, torununun adı ise Todor İvanov’dur. Bu sonuncu belediyede spor sorumlusudur ve sülâle gecesinde tanıtım raporu okuyan kişidir. Raporun bir yerinde şu cümleleri seslendiriyor: “Beğenmediğimiz Müslüman adlarından en nihayet kurtulduk. En nihayet hakikî kökenimizi bulmuş olduk. Ben de hakikî kökenimi bulanlardan biri olduğum için bugün en büyük bir sevinç ve bahtiyarlık duygusu içinde yaşamaktayım.” Böyle gecelere doğal olarak aklı başında Türkler itibar etmez, ancak hatır-gönül güden akrabalar ve yeme içmeyi sevenler gider. Şenlenmekten söz edilemez zira Türkçe müzik ve konuşmak yasaktır ve her şey yalan ve komünist Bulgar senaryosu üzerine kurulmuştur. Bu tür etkinliklere katılanları da insanlarımız, olumsuz kişiler arasında görürler.
Yukarıdaki paragraftan komünist Bulgar idarecilerinin Türk-Müslüman adlarını kuşaklar boyu silmek için elinden geleni yaptıkları anlaşılmaktadır. Nüfus kütüklerinde kayıtlı fakat kemikleri çoktan toprak olmuşların adları dahi Bulgarlaştırılmıştır. Bu durum Bulgarların kendi tarihlerini bile değiştirmeye niyetlendiklerini gösterir. Bu tür çağdışı baskılarla Türklerin silinemeyeceğini anlayan Bulgarlar, dünya kamuoyunun da baskılarına boyun eğmiş ve zorunlu göçü başlatmıştır. Bu hareketleri de kendi ekonomilerinin sarsılıp çökmesine neden olmuştur. Binlerce eğitimli ve ehil Bulgaristan Türkü, Türkiye ekonomisine katılmıştır.
Yazımızın sonuna yaklaşırken saygıdeğer hemşerimiz İsmail Yakup’u bu çok değerli ve anlamlı eserinden dolayı tebrik etmek istiyorum. 20. yüzyılın son çeyreğinde komünist Bulgar makamlarının ülkenin en büyük azınlığı olan Türk ahalisi üzerinde çevirdiği dolapları ve rezillikleri roman teknikleri ve kişileriyle bu denli ustaca anlatan ikinci bir eser henüz ortaya konulmamıştır. Bulgaristan Türklerinin meseleleri üzerinde araştırmalar yapan bilim adamlarımızın dahî bu romandan öğreneceği çok şeyler vardır. Ben bu yazıyı yazabilmek için romanı üç defa okudum ve her okuyuşumda müthiş zevk aldım. Anlaşılıyor ki, yazarımız İsmail Yakup’un anlattığı olaylar üzerinde derin ve sağlam gözlemleri ve bilgileri var ve o, yazarlık becerisiyle onları güzelce yoğurarak enteresan ve kalıcı bir eser haline getirebilmiştir.
Sonuç olarak şunları belirtmek istiyorum: “Kestaneler Altında” romanı Bulgaristan Türklerinin edebiyatında seçkin bir yer almayı hak etmiştir. O olayları yaşamış olan bizler için ilginç olan bu kitap, olayları görmemiş ve yaşamamış olan genç kuşaklarımız için daha da önemli ve enteresandır. Türk gençlerine hararetle tavsiye ediyorum. Bütün güzelliklerine rağmen romanın dil ve anlatım yönünden bazı pürüzleri ve yetersizlikleri olduğunu da gerçeklik ve hakkaniyet adına belirtmem gerekiyor. Onları eserin yazarına ayrıca bildireceğim ve kitabın ikinci baskısında giderilmelerini isteyeceğim. Kitap, sadece Bulgaristan Türklerini değil, Türkiye Türklerini de ilgilendirdiği için ve onların da taleplerine cevap verebilmesi için mutlaka bir Türk dili uzmanı tarafından redakte edilmelidir, diye düşünüyorum.