Bağlantı haritası Anasayfa » Anadili

Anadili

Bilindiği gibi 2000 yılından itibaren 21 Şubat UNESCO tarafından “Uluslar arası Anadili Günü” ilan edilmiştir. İnsanlığın çağdaş tarihinde bu günün özel bir yer alacağını ve ülkelerin gelişmelerinde çok önemli rol oynayacağını, düşünüyorum.

Dil insanın duygu ve düşüncelerini başka birine aktarmak için kullandığı sihirli ve mucizevi bir araçtır. Dünyada her konuşulan dil değerlidir. Ama her millet (etnik grubu) için en değerli dil anadilidir. Anadili olgusu milli (etnik) kültürün korunması ve yaşatılmasında en önemli faktörlerden birisidir.

Bu yıl 11.kez kutlanacak olan Uluslar arası anadili günün gereksinimi, önemi ve güncelliği ile ilgili iki hususa değinmek istiyorum. Genel olarak dilin ve anadilin mahiyetinden ve olağanüstü öneminden çıkarak UNESCO çok dilliliği ve kültürlüğü desteklemektedir. Aslında bu özel günün esas amacı da dünyada kapsamı 6000’den fazla olan çok dilliliği ve kültürlüğü desteklemek olduğu gibi bu dilleri korumak ve gelişmeleri için katkı sağlamaktır.

UNESCO dil çeşitliliğinin, insanlığın maddi ve manevi mirasının korunmasında en güçlü vasıta olduğunu savunur. Bu dünya eğitim, bilim ve kültür örgütü dil çeşitliliğini teşvik eden, imkanlar dahilinde anadil eğitimini himaye eden ve kültür farklılığını tasdikleyen tüm ülkeleri aktif olarak desteklemektedir.

Uluslar arası anadil gününü hayata getiren ikinci husus, çağdaş dillerin gelişmesinde oluşan bazı endişe verici sorunlarla (problemlerle) bağlıdır. Dünyada yaşayan, bilhassa küçük milletlerin ve etnik toplulukların hayatında cereyan eden negatif siyasal, ekonomik, kültürel vb. süreçler bu toplulukların dillerini de tehlikeye düşürürler ve çok geçmeden ölmelerine de neden olurlar. Nitekim bu gün ayakta kalmış bulunan dillerin yarısından fazlası yok olma tehlikesi karşısındadır. UNESCO’nun verilerine göre her ay iki dil ölür. Karamsar tahminlere göre 21 yy. sonlarına doğru şu anda mevcut olan diller iki defa azalacaktır.

Uzmanlar anadilin korunması için onun resmi dil eşliğinde okullarda okutulmasında kullanılmasını önermektedirler. Bu iki dilin (resmi ve anadilin) toplumda farklı görevlerine rağmen, onlar birbirinin karşıtı olmadan, çelişkiye girmeden karşılıklı ilişki ve uyum içinde gelişebilirler.

21 Şubat Uluslar arası Anadili Günü vesilesiyle ve UNESCO’nun, yukarıda adı geçen hatları doğrultusunda, onun devletlere yönelttiği çağrısı ışığında, kısaca ülkemizde anadil sorunu üzerinde durmak istiyorum. Yurdumuzun demokrasiye geçiş süresinde, daha geçen asrın 90. yıllarında bu sorun siyasi güçlerin ve iktidara gelen hükümetlerin dikkatinden kaçmadı ve gereken olumlu çözüm getirilmesi için hayli çaba gösterildi, diyebiliriz. Dolayısıyla alınan yasalar dahilinde tüm azınlıklara serbest olarak aralarında kendi anadillerinde iletişim yapabilme, okullarda eğitim görme, kültürlerini geliştirmek için imkanlar sağlandı.

Tüm azınlıklara ve onların anadillerine saygımı ifade ederek, bundan böyle, özellikle onların içinde en büyüğü, en kalabalık olan Türk azınlığının anadili Türkçe ile ilgili bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Ayrıntılara girmeden, belirtmek isterim ki, önceki sistemde görülmedik işkencelere maruz kalan Bulgaristan Türkleri ve onların anadili Türkçe ölüp yeniden dirildi. Demokratik rejimin gelmesiyle tüm diller sırasında Türk dili de hak ettiği yerini buldu ve önemini kazandı:

Türkçe serbest olarak konuşuluyor;
Okullarda, 8. sınıfa kadar ders programlarına girdi;
Türk tiyatroları yeniden çalışmaya ve Türkçe temsil vermeye başladılar;
Türkçe gazete, dergi ve kitap basımı işleri canlandı ve devam ediyor;
Türk heveskar kolektifleri ve grupları de faaliyete geçtiler, Türkçe temsiller vermeye giriştiler.

Yeni dönümde anadilimiz Türkçe bu tarzda gelişmeye başladı. Yukarıda da belirtildiği gibi bir anadilin gelişmesi, ayakta tutulması için en önemli ve en etkin önlem onun okullarda okutulmasıdır. Demokrasi döneminde gerçekleşen Türkçe eğitimini iki döneme ayırabiliriz. Birinci dönem 1992′ den 2001 yılına dek devam etti. Bu sürede Türkçe seçmeli ders olarak haftada 4 saat okutuluyordu. 2001 yılından sonraki ikinci dönemde önceki düzen değişti. Türkçe Serbest Seçmeli ve Zorunlu Seçmeli Dersler gruplarına dahil edildi. Saat miktarı da okul müdürlerinin değerlendirmelerine göre ayarlanıyor. Bu açıdan her okulda durum farklıdır. Bazı okullarda 2 saat Serbest 2 saat de Zorunlu Seçmeli olarak alınıyor. Başka okullarda ise 1 saat Türkçe, 1 saat de başka derse veriliyor, vb. Öte yandan, Türkçe eğitimi ebeveynlerden mecburi olarak istenen dilekçelere bağlandı. Dolayısıyla Türkçe eğitiminin ihtiyaçlar ve imkanlar uygunluğunda yapılmadığını, tatmin edici olmadığını söyleyebiliriz. Eğitim sürecine getirilen mantıksız ve gereksiz kısıtlamalar sonucu, mesela Kırcaali Vilayetinde, geçen ders yılında 17-18 bin öğrenciden sadece 4000 öğrenci anadilini okuyabiliyordu. Ders kitapları 1992 yılından beri yenilenmemiştir. Türk dili eğitimi tablosu bu feci duruma düşmüştür. Dolayısıyla demokratik rejimin getirdiği olumlu imkanlara ve anayasanın verdiği haklara rağmen esas olarak uygulanan koşulların, kullanılan mekanizmalarının, yöntemlerinin eksikliklerinden dolayı Türkçenin okutulması çok düşük bir seviyede bulunmaktadır.

Ülkemizde resmi dil Bulgarcadır. Toplumda eğitim, bilim, kültür, her tür hizmetler, tüm vatandaşlar arasında gerçekleşen komünikasyon, resmi yazışmalar vb. bu dilde icra edilirler. Dolayısıyla ülkede yaşayan tüm vatandaşlar resmi dili konuşmaya mecburdur. Bu mecburiyetin yurttaşların kendi ve toplumun ihtiyaçlarından kaynaklandığı tartışılmaz bir gerçektir. Azınlıkların da eşit haklı vatandaşlar olarak toplum hayatına aktif katılabilme, fiziksel olarak normal yetişebilme, eğitim, bilim ve kültürel alanda yükselebilmeleri resmi dil vasıtasıyla gerçekleşebilir.
Diğer azınlıklar gibi Bulgaristan Türkleri de resmi dil ile ilgili objektif koşulların getirdiği ve Anayasa maddelerinde sözü geçen taleplerin bilincindedir. Onlar da Bulgarcayı serbest ve iyi bir şekilde konuşma hevesinde olup bu yönde hayli özen göstermektedirler. İddia edebilirim ki, genç ve daha yaşlıları içeren belirli kesimler Bulgarcayı (yazılı ve sözlü) mükemmel seviyede kullanmaktadır. Tabii bir genel değerlendirme deneyinde bulunursak, sayısı hayli olan başka bir kesimin resmi dili kafi derece kullanabildiğini itiraf edebiliriz. Bunlar genellikle köylerde oturan öğrenci ve yetişkin vatandaşlardır.

Bu durumun birçok nedenleri vardır. Anadilimiz ile resmi dil Bulgarca arasında ciddi farklılıklar bulunur. Önce onlar ayrı dil gruplarına mensuptur. İki dilin kıyaslamalı analizinden onların çok önemli fonetik, sentaktik ve morfolojik özellikleri bulunduğu görülür. Resmi dil Bulgarcanın, kaydettiğimiz ve daha başka özellikleriyle daha zor öğrenilen dil olduğu uzmanlar tarafından da tanınmaktadır. Yöremizin birçok yerleşim yerlerinde, başka bir dili daha kolay öğrenebilmek için elverişli olan dil ortamının bulunmaması da negativ etkenlerdendir. Resmi dili kullanma konusunda çok ciddi sorunların temelinde halen ülkemizde uygulanan son derece berbat, başarısız bir eğitim sisteminin bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu esas faktörden gelen aksaklıklar, eksiklikler yüzünden sadece azınlıkların dil hazırlığında değil, anaokullarından üniversiteye kadar tüm öğrencilerin, bu sayıda Bulgar asıllıların dahi eğitim ve öğretiminde son derece fazla ve ciddi boşluklar bulunmaktadır. Resmi kaynakların verilerine göre bu gün ülkemizde lise mezunların yarısından fazlası cahildir. Daha ne konuşalım. Eğitim sistemi ayrıca işlenmeye değer bir konu olduğundan bu yazımızda onun daha derin analizine girmeyeceğiz.
Burada belirttiğim özellikleri, hususları ve eksiklikleri kesinlikle mazeret için vermiyorum. Yine de azimli çalışma sayesinde onların giderilebileceğini düşünüyorum. Sistemli olarak, emek esirgemeden, canla başla çalışarak, büyük çaba göstererek öğrenciler ve genç vatandaşlar hem anadillerini hem de resmi dil Bulgarcayı mükemmel olarak öğrenebilirler, kanısındayım ve bundan çok eminim. Bu bağlamda bir şeyi daha ilave etmek istiyorum, onu kendi deneyimden biliyorum. Büyük zorluklara katlanarak edinilen, kazanılan bir üründen alınan sevinç daha başka, o insanı çok mutlu ediyor. Anadilimiz ve resmi dilimiz için bunu yaşamaya değerdir.

Bazı aşırı milliyetçi çevreler Bulgaristan Türklerinin belli bir kesiminin resmi dili yeterli kullanamamasını anadilimize bağlıyorlar. Daha da öte giderek, Türkçenin daha doğrusu Türkçe konuşmanın Bulgar milli çıkarlarını zedelediğini, hatta Bulgaristan için tehlike teşkil ettiğini saçmalayarak onun konuşulmamasını öneriyorlar. Bu bağlamda onlar hükümet yöneticilerinden Bulgar Milli Televizyonunda yayınlanan 10 dakikalık Türkçe programların da hemen indirilmesini talep ediyorlar. Dünya haşır neşir oluyormuş gibi yaygara çıkarıyorlar.

Aslında onlar resmi dil sorununu bahane ederek (beynindeki zamanını yaşamış köhne kalıntıların etkisiyle) Türkçeye, Türklüğe karşı düşman kampanyası yürütüyorlar. Bu tür konuşmaları hiçbir esasa dayanmayan birer iftira olarak nitelendirebiliriz. Öncelikle herkesçe bilinen, fakat bu tip kişiler tarafından unutulmuş bir hakikati kendilerine hatırlatmak istiyorum. Anadilinin başka bir dil öğrenmeye son derece yararı vardır. O başka dil, anadili temeli üzerine inşa edilir. Anadilini ne kadar iyi biliyorsan, diğer dili öğrenmede derinleşme imkanların o kadar artıyor. Türkçenin, Bulgaristan’ın milli çıkarlarına gölge düşürmesi, zarar vermesi söylentileri de sadece bir iftiradır. Bu bağlamda bir örnek vermek istiyorum. Bulgaristan’ın Osmanlı hakimiyetinden kurtuluşundan 1944 yılına dek Türk çocukları sadece, sayısı 750-800 civarında olan Türk okullarında okuyorlardı. 1944 devriminden geçen yüzyılın 60 yılların ortalarına dek Türklerin yoğun oturduğu bölgelerdeki okullarda 11.sınıfa kadar Türk dili ve edebiyatı okunuyordu. Ne birinci, ne de ikinci dönemdeki hususlar Bulgaristan’a zarar getirmedi, yurdumuzun ne düzenini ne huzurunu, ne rejimini bozdu, Bulgaristan hep Bulgaristan kaldı. Bilakis bilhassa ikinci dönemde bu araç vasıtasıyla mükemmel kültür ürünleri üretildi. O yıllarda çalışan Türk tiyatroları sergiledikleri etkinliklerle yurdumuzun şanını dünyaya yaydı. Dolayısıyla tüm azınlıklar gibi Bulgaristan Türkleri de etnik kültürüyle Bulgaristan milli kültürüne renk katıyor, onu zenginleştiriyorlar.

Aynı zamanda Bulgaristan Türkleri kendi etnik kültünün nispeten dar çerçevelerinde kapalı kalmamaktadır. Asırlarca bu topraklarda yaşamını sürdüren azınlıklar bu arada Türkler objektif koşulların etkisiyle ülkenin tüm sorunlarına her zaman ortak çıkmışlar, başarılarına sevinmişler başarısızlıklara üzülmüşlerdir. Çoğunluğu teşkil eden Bulgar halkının diline, kültürüne, türkülerine ve şarkılarına, erdemlerine, geleneklerine, başka değerlerine yabancı kalmamışlar, onlara sevgi saygı göstermişlerdir. Bu süreç şimdi de devam etmektedir. Dolayısıyla onların kalpleri hem kendi (etnik) ürünleri (şarkıları, türküleri vb.) hem de ülkenin milli değerlerinden aldıkları sevinç ve heyecanla dolup taşıyor.

Maalesef beyinleri yıkanmış olan aşırı milliyetçi kişiler taşıdıkları art niyet ve önyargı ile bunları anlayabilmeleri imkansızdır. Yüzyıllar boyunca bu topraklarda müşterek hayat sürdürmemize rağmen azınlıkları bu sayıda Bulgaristan Türklerini hala Bulgaristan’ın sosyal yapısına girmiş yabancı cisimler olarak görmeleri hem cahillik, hem de iğrenç bir anlayış ve davranış olarak vasıflandırabiliriz. Bu düşüncenin hakikati yansıtmamasından başka, azınlıklar bunu kesinlikle hak etmemektedir.

Dünya bu gün çok başka bir dönemde buluyor. Onun en büyük hususiyetlerinden biri de insanların serbest olarak bir ülkeden başka ülkeye hareket etme, seçtiği ülkede devamlı kalabilme, eğitim görme, çalışma haklarının tanınmasıdır. Dil, din, kültür farklılıkları bu sürece ve halkların huzur içinde yaşamalarına engellik teşkil etmemektedir. Bu açıdan dünya eğitim, bilim ve kültür örgütü UNESCO’nun Uluslar arası Anadili Günü vesilesiyle devletlere yönelttiği çok dilliliği ve kültürlüğü korumak ve yaşatmak mesajı olağanüstü anlam ve önem taşımaktadır. Avrupa Birliği üyesi ülkesi vatandaşları olarak, Bizlere de zamanımızın bu hükmüne layık olmak düşer, kanısındayım.

Yazı: Doç. Dr. Kasım Yunusov
Kaynak: Kırcaali Haber