Küçük bir kasaba. Hemen Rodop dağın kuzey eteklerinde. Asırlar önce geçit yerde kurulmuş. Halkını, bir “türlü güveç” yemeği, tamı tamına kanıtlıyor. Türkü-Bulgarı, Yunanı-Ermenisi, Tatarı-Karakaçanı, Ulahı-Pomağı, Yürüğü da mevcuttu. Hele Çingeneleri… hemen dağ eteklerinde Yediveren mahallesi. Onun karşisinda, dağın düze açılışında Lukovitsa Çingene mahallesi.
Türkler ise, asırlar önce dikilmiş Saat kulesi altına konmuştu. İki de cami, biri orta meydanda, diğeri de Türk mahallesi Saat kulesi ile boy ölçüyor.
Diğer halk karma karış: bir sokakta Bulgar. Onun komşusu ya Pomak, ya Türk, ya Ulah, yada başka biridir. İvan’a, Ermeni Kirkor komşu olur, Ulah Atanas’a Pomak İsen, Mahmut ustanın Stoyu ahpabı olur, Kalaycı Şakir’i ise, her bir avluda göreblirsiniz. v.b.
Bu “türlü güveç” toplumunu bir araya getiren da kasabadaki pazarıdır. Tam orta yerden geçen su akımının sağında sıra sıra pazarcılar. Hele de cumaertesi günleri! Kasaba cap canlı, etrafı insan sesleri ile kuşatılır. Tüm etraf köylerden satıcılar neler mi sergilemiyorlar. Demircisi, zebeze satanı, sür urunlari, giysi sergileri vs. Yanda yunda yaz günlerinde dondurlamal, pamukşekerleri, şeker horozları ve ıncık boncukçuları da.
Geçmişte hayvan satışları da mevcuttu.
Biz, Yukarı yakaya asılan evlere bir göz atalım. Hemen onlar biter bitmez bir düzlük karşımıza çıkar. Tarlalar. Kimi parça parça otlanmış, çalılıklara kendini kaptırmış, kimi de kız çeyizi gibi düzgün, dizili bahçeler. Bitişinde de Bulgar mezarlığı komşuluktadır.
Acı-tatlı olayları ile, yaşayan halkı her bir an beraber göreblirsiniz. Bahçe-çayırda, pazarda, işte, sınırlarda ev avlularında .
Hasan usta emekli biri. Yıllarından beri kendini “rakı dostluğu”na kaptırmış, Kiro denilen “zavallı beşeret” ile ahıretlik kurmuştur. Onların aşı-işi, günü-gündüzü, ağızı-sözü bir bardak rakı yeva ona yakın bir içkidir. Hele emekli maaş zamanı, iki dost kafa-kafaya gün aşrı şişeler devirir, düyün-bayram yaparlar.
Hasan’nın eşi Zülfikar teyze ise, onların en büyük duşmanlarıdır. O, ne Kiro’sunu, ne Hasan’ını sağ-sola bastıkları hallerde görmek istemiyor. Erkek gibi, anadan tutar ta avrada kadar küfürler çeker iksine de. Hele lanet… ne rakıya hatır sallar, ne şaraba!
Kiro, yaşlamış, tek başına o mahallenin kırlarına “korucudur” ve üç-beş kadehlik bir şişe rakıya kendini “tain” etmiştir. Oturak yeri de hemen bahçe-mezarlık sınırında kağıt ve çürük tahta parçalarıdan bir kolübedir. Etrafı “korur”, ama kimden korur?
İkide bir hristiyan mezalığını insanlar ziyaret eder. Onların adetleri de tam Kiro’nun amaç damarına ilaçtır. Bu dini insanlar ölülerine her bayramda içki ve yemek taşır. Mezar taşı başında bir yudum kendi içer, ölü ile “şerefe” yapar iken ona da bir yudun yere döker. Diğeri kalan içkiyi taş dibinde bırakır. Bu adetler hemen hemen her günü demesek de, en azından cumaertesi, pazarı bulur. Ölü hediyelikleri arasında mutlaka bir çiçek tutamı da bulunur. Ziyaretçiler sabahları gelir. Öğlen saatleriğne kadar kalacak halleri yoktur.
“Bizim” Kiro ise, çalılıklar arasından herşeyi takibe alır, gözletir. Onun bu günlerde tek bir sorunluluğu var. O da, Çingeneleri kollamak-kovalamaktır veya önlerine geçmek. Çünkü zavallılar da sülaledeki çoluk-çocuklarına bu adetler sayesinde aş sağlamaktadırlar. Kiro, yemekler için onlarla çatışmaz, ama rakı-şarapları dokondurtmaz. Çingeneler de alacağını bilirler. Yemekleri toplar, rakılara asla saldırmazlar. Bu tür iki taraf da memnun kalır.
Kiro’nun bu en küçük zorudur. En büyük soru ise, Hasan dostun eşi Zülfikar teyzedir. Gün aşrı, elinden geleni yapar, şu Zülfikar denilen nalet kadın, karşısına çıkmasın, çünkü onun, iki değil, tam dört gözü vardır.
Bazı günler en güzel çiçekleri ölü mezarlarından toplar, apar-topar Hasan’ın evine doğru yollanır. Hele avluda Zülfikar hanım dölaşır ise, hemen karşısına dikilir:
-Zülfikar abla, bu çiçekleri sana getirdim, diye başını eğiltirir, ellerini uzatır.
Zülfikar hanım da, her an o iki averin kurgularını bilerek, kaşlarını çatar, gözlerine soru indirir:
-Nereden kopardın? Kimin bahçesinde hırsızlık yaptın, a-a?!
-Hiç kimsenin! Bunlar mezarlıktandır. Zaten ölüler onları görmüyor ki! Nerelerine çiçek?! Bu güzel renkler tam sana yakışır, Zülfikar ablacığım!
-Seni gidi nankör erif! Bana ölü çiçeği mi taşıyacaksın? Aralan, git başımdan!
Bu arada elinde ne var ise – süpürge, değnek, yükseğe kaldırır, Kiro’yu kovalayacak gibi davranır.
Ama bu Kiro’ya “vız” gelir. O biliyor ki, Hasan dostun hanımı böyle hallerde eve girecektir, telefonu, arkadaşın birine kaldıracak, saatlerce öfkesini paylaşacak ve lanetlemeden, ne Hasan’ın, ne Kiro’nun bir yerini bırakacaktır.
Bu arada iki dost samanlığın hemen duvarına sırtılarını daytacaklar ve rahatlıkla rakılarını içecekler.
Kiro, bu tür anlar için yaşar, can veririr. Hasan aga da. Onların aşı-işi beraberlikte kadehleri boşaltmak, bol bol sarhoş sohbetleri yapmaktır.
Kimi ikisi de birden kaybolur, ta tarlaların ucunda ormana dalarlar. Ayıklasınlar diye, oradan mantar, çay otları, odun dalları getirirler.
Hasan aga, her zaman, şarhoşuklarını afetmek için, eşi yanında Kiro’ya “saldırır”. Güya doğum günü varmış, eşinin anma günü, helal günü, haram günü ve nice hristiyan günleri dizer de dizer.
Kiro, birkaç gün için “kaybolur” gider gibi. Ama bir vade geçer geçmez hemen Zülfikar ablanın kapısına dikilir:
-Zülfikar abla, bak bu torbada ne getirdim sana!
Hanım da torbayı alır, içine bakar. Ne görecektir!? Yarım torba boyalı yumurta.
-Kiro bre, ne zaman bu kadar yumurtayı boyadın?
-Boyamadım. Mezarlıktan topladım! Ölülerimize Velıkden de yumurta taşınır.
-Nalet Kiro, nasıl bana ölü yumurtası taşırsın?! Utanmaz mısın?!
-Zülfikar abla! Deme, ya! Ölüler itiraz etmez! Bunca yumurtayı yeyecek halleri mi var? Onların da sevap kazanma hakkı yok mu? Hadi hadi, soy birkaç tane, tuzla… ve o senin “beyaz kahveden” (rakı) de birazcık dök, ya!, yalvarır gider…, Bilirsin, biz, Hasan aga ile helalı da, haramı da götürürüz!
Kaynak: Emel Balıkçi, Patavatsız Öyküler kitabı, 20 Ağustos 2017, Peştera