Yazan: Emel Balıkçı Şakir
Ocaklıkta korlar hafifçe yanar, demirci Sali Zurnacı’nın tek odasına ışık saçarlardı. Güneye bakan pencere yanında da padişah gibi oturtmuş gövdesini, kocaman örs dimdik kurulmuştur. O, olan, olmayan durumları “takip” eder gibiydi.
Sağıda, başını döşemeye dayamış, ağır nöbetçi tokmak. Gölgesi, yanındaki küçüklü çapa, balta, topor, nacaklara dahil komutan duruşu ile sert tepki göstermek üzereydi.
Örsün solunda ise, körük. İki, avuçtan, boyası hiçbir türlü açıklaması mümkün değil, uçları vardı.
Geniş, meşin körüğün gölgesi, duvarda adeta bir mandolini anımsardı. Yanda yunda daha nice demir aletleri, parçaları… kimi tozlu, kimi tozsuz demirci Sali ağabeyin yuvasını adeta resim gibi çizmiş olurlardı.
Usta-demircimiz, ocaklığın öteki tarafında, saman dolu bir asır döşeğinde, ailesi ile derin uykulara dalmış, bu manzaradan “haberdar değil gibi” horluyordu. Döşekte, aykırı dizilmişti onun 4 oğlu ve 3 kızı mışıl mışıl uyuyorlardı. Eşi de, Habibe abla, hemen sollarında.
Gece saatleri oldukça ilerlemişti. Sali ağanın ara sıra nefes alması körüğün soluk almasına benzerdi. Habibe hanım ise, kimi uyur, kimi gözlerini açar, çocukların halini takip ederdi. Bazı yorganı çeker, yavruları sarar, bazı birbiri üstüne sarılmış çocuk ayakları yavaşçacık ayırır, tekrar uykuya dalmak için çalışırdı.
Böyle bir gece yarısı, Habibe hanımı borazan ses uyandırdı:
-Kalk Habibe ebe! Cin Hatunu doğurur! Düş peşime!, dedi.
Habibe, sıçradı. Uyku sersemi idi. Henüz kendine gelmedi, düşündü:
“Şu meret rüyalar…” aklından geçirdi. Sağ tarafına döndü, başını tekrar yastığa koydu ve gözlerini yumar yummaz, o ses tekrar kulağı dibinde birden yükseldi:
-Kalk demedim mi sana, ebe?!?
Habibe tekrar sıçradı, eli içgüdü ile yastık altından şamiyi (başörtüsü) çekti. Çabuk çabuk kalktı, kapıya doğru yürüyerek başını appazladı.
Kapı kendiliğinden açıldı. Ay yeni doğmuş, bulutlar arasından avluya hafice ışık saçardı. Habibe birden emir veren şahısı gördü – uzun boylu, yağmurluk örtülü biri… “Sanki Diko Alibaz..?”, kendi kendine açıkladı. Habibe, kapından geçer iken, ensere asılı ferace çekti, omuzlarına attı, O kişinin peşine düştü.
Hava kimi ayaz, kimi bulutlanır gibi gözüküyordu. Yol, köy meydanına uzandı. Yolcu, kıra doğru ürüdü, Habibe’nin hiç görmediği bir evin kapısını açtı:
-Gir!, o, tanıdığı borazan ses emir etti.
Habibe de girdi. Ocaklıkta yanan ateş ışık saçardı. Yerde, asır üstünde hamile bir kadın yatırdı. O, bağırıp çağırırdı.
Habibe, acilen yaklaştı, yere çöktü. Hanımın yüzüne bakmak vakti olmadı. Hemen ebelik görevine düştü.
Bu arada, başı üstünde o, borazan ses, mütehakkim bir surette:
-Bak ebe, eğer erkek değilse, canını alırım!
Bunları duyunca, Habibe’nin canı ceviz kapçığına girdi. Bakışlarını kaldırdı. Başı üstünde o adamın kukuletasından iki boynuza benzer uçlar vardı. Gözleri, ateşin ışığından kırmızımsı renge benzerdi. Burun ve ağzı görünmezdi. Yüzü sakallı ve o sakal da ta kuşağına uzanmıştı. Habibe titredi, korktu. Bu an hanım bağırdı Habibe de başını ona doğru çevirdi. Ne yapacağını şaşırdı. Bebek düştü. O da bebeğin gailesine düştü. Göbeğini bağladı, kesti, yanında bulunan ibrik ve leğende kanları yıkadı. Bir de, ne görsün, bebek dişi idi. Anında başını çevirdi, adama baktı. Ortalıkta kimse yoktu. Duvarda tek kendi gölgesini gördü. Biraz nefes aldı, rahatladı gibi: “Belki kimse yoktur, birazdan alır başımı giderim…” düşüncesine kaptırdı kendini.
Acele acele bebeği örttü, ocaklıkta ateşe baktı. Yeni sıvanmış ocaklık duvarı dikkatini çekti. Titredi: “Bu ses tekrar peyda olursa..?”
Hemen duvardan parça çamur kıngırdı* (koparttı), bir iki defa ona tükürdü ve elinde yoğurmaya başladı. Birazdan küçük erkek cinsel organ yaptı, bebeği çözdü olducağı gibi yapıştırdı, yeniden sardı sarmaladı.
Yeni bitirmişti işini. O, tanıdığı ağır ses yükselerek kulağında:
-Ne doğdu?!?
Habibe’nin vücudu baştan ayağa kadar soğuk bir titremek ile sarsıldı. Başını kaldırmadan korkakça:
-E-erkek…
Cin da:
-Aç önlüğünü!
Habibe, iki eli ile önlüğün uçlarını tuttu, yukarı kaldırdı. Birşeler çıngırdadı, önlüğüne düştü. Gözlerin çeyreği ile altın olduklarını gördü, önlük uçlarını beline kıstırdı. O ses ona:
-Kak git! İşin bitti!
Habibe, can alametinden, nasıl nice eve doğruldu. Avluda önlüğünü açtı, baktı. Ay ışığında sarı soğan kapları gördü. Düşünceleri, onu yere basmış gibi kendine getirdi: “Galiba, akşam soğan mancası yaptım, a? Bak kapçıkları atmamışım… demek, benimkisi, rüya galiba…”
Ayak yoluna yaklaştı, önlüğünü silkti.
Eve girdi. Sali, ağzını açmış daha da derin bir horlamak çıkarırdı. Yanına usulca sokuldu. Usta-demirci, hafifçe ayakları ile tepişti, sağ tarafına döndü. Horlaması susuldu. Çocuklar, melek gibi uykulardaydı. Habibe, hala sezinemedi. Aklında soğan kapçıkları dolanırdı: “Meret rüyalar! Başka işleri yok mu da beni basarlar? Belki de Yağbasandı* (Derin uykularda insan vücuduna ağır bir baskı olan; nefes almayı engelleyen.)?! Gene besmelesiz yatmışım… eh, akıl akıl – yaza mı, kışa mı?”
Düşünceler onu aldı gitti. Uykuya yeni dalmıştı. Dışarıdan, O. Borazan sesi ile birden kulağını çınlattı:
-Kalk, çık dışarı Ebe Hanım! Bebeğin çukası koptu, amlesi kaldı!?!, diye bağırdı.
Habibe yerinde dondu. Elini Sali’ye uzatmak istedi, uzatamadı. Eli, kolu, her bir yeri tutulmuştu. Korkudan ne yapacağını şaşırdı. O ses dışardan bağırır çağırırdı. Kapı açıldı… meret Cin adamı karşıya dikildi… uzun kukuletalı yağmurluk, ateş rengi gözleri, beline dek sakalı… Habibe’ye doğru ürüdü… hemen boğazına yapıştı…
Bu arada ilk horozlar öttü. Cin, birden gölge gibi sinildi, yok oldu. Kapı da kendiliğinden kapandı. Habibe’nin boğazı salındı. Derinden nefes aldı, eli ile Sali’ye yapıştı.
Ev karşısı, dağ başında ufuk, şafak sökmek üzereydi…
Sabah oldu. Habibe suyoluna gider iken, soğan kapçıklarını gördü. Yaklaştı, ayağı ile itti. Bir şıllantı bakışlarını adeta çeldi. Eğildi. Kapçılar arasında iki altın vardı… Köy yeni güne açılırdı.
Ebe hanım eve döndü gece olayını eşi ile paylaştı. Sali altınları görünce:
-Ya-a, Abbe* (Habibe anlamına gelir.), keşke er ayşam sana büye bir Cin gelse..!
Birkaç gün sonra, olayı komşu karıları ile de paylaştı, onlar inandı inanmadı, ama altınları görünce, gözleri Mortufal* (Yerel bir karşılaştırma – Hıdrellez desteği çiçeklerine Mortufal denilir ve suda bir gece durunca tomurcukları kocaman açılırlar.) gibi açıldı:
-Abbe, sen tekin insansın! O Cin’i bize de gönder.