Balkan Türklerinde, sınırlar dışında kalındıktan sonra da özlem, kutsal varlık ve kıble her zaman Türkiye olur. Bu nedenle de yapılan her şey, önce anavatan için, anavatan düşünülerek yapılır.
1877-78’de yaşanan Osmanlı-Rus harbinde Rodoplarda, bir hükümet meydana getiren insanların, var olmanın yanında verdiği en önemli mücadele, belki daha da öncelikli olarak, Osmanlı Devletinin varlığını koruma ve onun bir parçası olarak kalmaktır.
31 Ağustos 1913’te kurulan Batı Trakya Cumhuriyeti’ne; yaşatılması çok istendiği halde, salt Anadolu’yu yani anavatanı tehlikeden koruma adına son verilir. Kurtuluş Savaşı esnasında Batı Trakya’da Yunan ordusuna, cephe gerisinden, arkadan yapılan saldırılar, sabotajlar; ulusal bağımsızlık savaşına sağlanan maddi ve manevi yardımlar önce anavatanı kurtarma adına yapılır.
Kurtuluş savaşının kazanılmasından sonra da değişen pek bir şey olmaz. Bu kez milyonların kalbi yine Türkiye için atar. Fakat tek bir farkla. Artık bayrak Atatürk, kıble ise Ankara’dır. Şimdi öncelik yeni rejimi ve onun devrimlerini yaşatmaktır. Bir başka deyişle şimdi öncelikli sorun Atatürk’ün çağdaşlaşma mücadelesini sonuna kadar desteklemek ve genç Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutmaktır. İşte Turan Cemiyeti’nin yapmak istediği de bundan başka bir şey değildir.
1923’te Cumhuriyetin ilanı ve devrimlerin tek tek hayata geçirilmesi Türkiye’de olduğu kadar Balkan coğrafyasındaki Türkler açısından da yeni bir dönemin başlangıcı olur. Çünkü Ankara, Balkanlardaki Türklerin de Türkiye Cumhuriyetine paralel olarak modernleşmesini ve devrimler sürecini yaşamasını istemektedir. Çünkü aksi bir durumda hem Türkiye Türkleriyle Balkan Türkleri arasında kültürel bir kopukluk ortaya çıkabilecek hem de özellikle Bulgaristan ve Yunanistan’da hilafet yanlılarının kontrolündeki bir siyasi oluşum, muhalefet, yabancı güçlerin elinde yeni rejime, Ankara’ya karşı bir koz, bir tehdit olarak kullanılabilecektir. O nedenle yapılması gereken bir an önce bu sürecin önüne geçmektir. Öyle de yapılır. Kurulmuş bulunan Kemalist dernekler hilafet yanlılarına ve faşist gruplara karşı desteklenir.
Bulgaristan Türklerinin yaşamında çok büyük rolü olan iki önemli Kemalist dernek Turan Cemiyeti ile Türk Öğretmenler Birliği’dir. Bunlardan Türk Öğretmenler Birliği, geçmişi çok daha eskilere, 1906 yılına kadar gitmektedir. Fakat Bulgaristan Türklerinde örgütlenme konusunda asıl patlama özellikle 1923-1924 yıllarında yaşanır. Çünkü, biten 1. Dünya Savaşı’nda onbinlerce Türk Bulgaristan için savaşmış, binlercesi canını vermiş, 1919-1923 yılları arasındaki Çiftçi Partisi iktidarı döneminde Türk-Bulgar daha doğrusu Ankara-Sofya ilişkileri en üst düzeye çıkmış, dahası Türkler, geçimini ağırlıklı olarak tarımdan sağlayan ve kırsalda yaşayan insanlar olarak Çiftçi Partisi’nin seçmen tabakasını oluşturan önemli bir toplumsal kesim olmuştur. Hal böyle olunca, örgütlenmenin önündeki engeller de otomatikman ortadan kalkmış oluyor. Fakat örgütlenmenin asıl itici gücü, Yunan Ordusunun İzmir’de Ege Denizi’ne dökülmesinin, Türk Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının Bulgaristan Türklerinde yarattığı coşku, heyecan ve özgüvendir. Zincirler kırılmıştır bir kere. Akan suyun önünde durmak zordur artık. Birçok kentten, birbiri ardına kurulan Türk derneklerinin haberleri gelir. İnkılap, Ertuğrul, Altınyıldız, Yıldız, İleri, Hilal, Rumeli, Atilla, Turan, Balkan, Altınordu. Hepsi birer sportif organizasyon olan bu derneklerin diğer bir ortak özelliği de isimlerinin de görüldüğü üzere hepsinin özellikle Türk tarih ve kültürüyle ilgili olmalarıdır.
Bulgaristan’da 1923’te faaliyete geçen sadece Türk dernekleri değildir. Günümüz Bulgar kaynaklarına göre, faşist bir örgüt olan ve 1936’da sadece resmen kapatılan Rodna Zaştita yani Vatan Savunucuları adlı Bulgar derneğinin kuruluş yılı da 1923’tür. Ufukta kara bulutlar görülmektedir. Kötü haberler salt bu kadarla sınırlı değildir. Azınlık olarak özgürlükleri en iyi şekilde yaşadıkları Çiftçi Partisi hükümeti 9 Haziran 1923’te gerçekleştirilen bir askeri darbe yıkılmıştır. Şimdi başlayan Demokratiçeski Zgovor yani Demokratik Birliği dönemidir. Fakat adının dışında ortada demokrasinin olmadığı bir dönem.
Askeri yönetimin ilk başbakanı aşırı milliyetçi, ırkçı görüşleriyle tanınan Tsankov’dur. Fakat yeni yönetimin işi o kadar kolay değildir. Çünkü Bulgar komünistleri ile faşistleri henüz kozlarını paylaşmamışlardır. Aslında bu, Türkler için olumlu bir haberdir. En azından iki grup kendi aralarındaki kozlarını paylaşana kadar göreceli de olsa rahattırlar. Fakat bu fazla sürmez. Askeri darbeden yaklaşık 3,5 ay sonra; yani 23 Eylül 1923’te, darbe sırasında tarafsızlık ilan eden Komünist Parti tarafından yeni yönetime karşı bir silahlı ayaklanma başlatılır. Beklenen olmaz. Ayaklanma kısa sürede bastırılır. Fakat olaylar ve karışıklıklar yine de bir iki yıl daha devam eder. Demokratik Birliği’nin hedefindekiler sadece komünistler değildir. Türkler de, biraz daha hafif de olsa, payına düşeni alır. Yeni yönetimin ilk icraatlarından biri, Türklerin eğitim konusundaki talepleri karşılanmak bir yana, Eğitim Bakanı’nın 5 Aralık1923 tarihli 38358 sayılı yazısıyla, Türk okullarına devlet bütçesinden ayrılan 3 milyon levalık yardımı da kesmek olur. Fakat bu uygulama, sadece kötü günlerin habercisi küçük bir başlangıçtır. Evet, bu, kötü sadece ve sadece günlerin habercisi küçük bir başlangıçtır. Çünkü uluslar arası siyasi ve ekonomik konjonktür daha fazlasını yapmağa uygun değildir. En azından Türkiye ile görüşmeler devam etmektedir. Aksi bir davranış görüşmelerin kesilmesi; dolayısıyla beklenen göç antlaşmasının başlamadan bitmesi demektir. Oysa Sofya yönetiminin asıl sorunu Bulgaristan’da hızla artan Türk nüfusudur. O zaman gelişmelere bir süre daha göz yummak daha mantıklı görünmektedir ve Sofya’nın da yaptığı budur.
Neyse! Türkler birçok ilde uygulamayı gösteri ve mektuplarla protesto ederler. Örgütlenmenin yararı görülmüştür, örgütlenmeye olan inanç artmıştır. Fakat güç, birlikten doğmuştur. Oysa onlarca dernek bulunmaktadır ve bunlarla güç sahibi olmak, gelecek baskı ve saldırıları göğüslemek zordur. O nedenle yapılması gereken bir an önce birleşmektir.
Derneklerin bir çatı altında birleşmesi konusunu gündeme getirenlerden ve ısrarla savunanlardan biri de Mustafa Şerif Alyanak’tır. Bu kişi Razgrad’ta çıkan Deliorman gazetesindeki yazılarında ve “Sönük Ocak” adlı piyesinde Türk gençlerine birleşiniz diye çağrıda bulunur. Bunu takip eden başka birçok yazı üzerine Rusçuk Türk gençleri, birleşme işini üzerlerine alırlar. Bu şehirde bulunan 3 spor kulübünden ikisi olan Yıldız ile Terakki birleşerek, öteki Türk kulüplerine bir kongre çağrısı yaparlar. 14 Temmuz 1924’te Rusçuk’ta yapılan bu kongreye katılım azdır. Fakat yine de kongre, birleşme yönünde önemli bir adım olur. İkinci kongre 3 Temmuz 1925’te bu kez Plevne’de toplanır. Birincisine göre daha başarılı geçen bu kongrede, Türk Spor Birliği tüzüğü görüşülüp kabul edilir. Kabul edilen bir diğer önemli karar da Türk Spor Birliği’nin, Bulgar federasyonundan ayrı olmasıdır. Kongrede elde edilen sonucu yetersiz bulanlar da vardır. Bunlardan biri olan Vidinli Yaşar Ahmet, Türk gençliğinin fikren de geliştirilmesi gerektiği düşüncesinden hareketle, Turan adlı derneklerin kurulması önerisini getirir fakat kabul görmez. 2-4 Ağustos 1926’da Varna’da yapılan Bulgaristan Türk Spor Birliği’nin üçüncü kongresinde bu önemli karar da alınır. Birlik, “Bulgarya (Bulgaristan) Türk Gençlerinin Medeni, İrfani, İdmani Turan Cemiyetleri Birliği” yani Turan adıyla yeniden örgütlenir. Artık Kemalistler güçlü bir kaleye sahiptirler.
Kemalist derneklerin bir çatı altında örgütlenmesi muhalif güçleri de harekete geçirir. Kemalizm’i dinsizlik olarak gören hilafet yanlısı baş müftülük ile bu ülkeye yerleşmiş bulunan 150’liklerden bazıları harekete geçer. Bunu komitacıların devamı Trakya ile Rodna Zaştita izler. Türkiye’den kaçan komünistlerden biri olan Arif Oruç ise işin tuzu biberi olur. Şimdi, benzetme doğruysa, Kemalist güçler iki buçuk cepheyle savaşacaktır. Fakat çatışma asıl Kemalistlerle Hilafet yanlıları arasındadır. Bu çatışmada, Sofya, hilafet yanlılarına ve faşist Bulgar örgütlerinin arkasındadır ve onlara her tülü desteği vermektedir. Turan Cemiyetini ve Türk öğretmenler Birliği’nin arkasında olan Ankara ise desteğini daha çok diplomatik yollardan göstermektedir. Çatışmaların yoğunlaşmaya başladığı 1926 yılında, bu derneklere olan tam ve güçlü desteğini açıkça gösterebilmek için yeni rejim, ağır toplarından Hüsrev Gerede’yi büyükelçi olarak Bulgaristan’a gönderir.
Turan Cemiyeti adının aksine, siyasi amacı olmayıp, temsil ettiği Türk toplumunu sosyal, bedensel, ruhsal ve kültürel açıdan; uluslar arası anlaşmaların da sağladığı haklar çerçevesinde, geliştirmeyi amaç edinen Kemalist bir dernektir. Hal böyle olunca Bulgaristan’da Atatürk ilkelerinin, yeni rejimin en ateşli savunucuları da onlar olur. Türkiye’yi çok yakından takip edip buradaki gelişmeleri, devrimleri Bulgaristan’da da hayata geçirirler. Türkiye’deki gelişmeleri günü gününe Bulgaristan’daki Türk toplumuna aktarırlar. Kısaca Türkiye ile yatıp Türkiye ile kalkarlar. Bu nedenledir ki, dernek üyeleri için kabul edilen üniformada, Türkiye’de olduğu gibi şapka vardır. İç ve dış olmak üzere iki bölümden meydana gelen üniformanın iç kısmı kızlarda, beyaz gömlek, lacivert etek ve beyaz çoraptan; erkekler de ise, yeşil şeritli beyaz fanila, siyah pantolon ile bele takılan yeşilli beyazlı bir kuşaktan oluşur.
İki kutup arasındaki çatışma 1928 yılından itibaren yeni bir boyut kazanır. Turan Dernekleri ve Türk Öğretmenler Birliği’nin, 1928-1929 eğitim yılında öğrenimi, Türkiye ile aynı anda yeni harflerle yapma kararı alması ve tutucuların sözcüsü durumundaki İntibah dışında bütün Türk basınının aşamalı olarak yeni harflerle çıkmaya başlaması, hilafet yanlılarının çok büyük tepkisini çeker. 31 Ekim-3 Kasım 1929 tarihlerinde Türk azınlık tarafından Sofya’da toplanan Milli Kongre ve bu kongrede alınan kararlar ise her şeyin tuzu biberi olur. Kıyamet kopar. Hilafet yanlıları hop oturup hop kalkar. Yaşanan, ancak iki taraftan birinin yok olmasıyla son bulacak kanlı ve kirli bir savaştır.
Saldırılar 1930 yılının başında Rodoplar bölgesinde; Kırcaali’de cana yönelir. Akdere köyünden Pehlivanoğlu, Ocak ayında, gerçekleşen silahlı bir saldırı sonucu yaşamını yitirir. Şubat ayında ise Cebiroğulları nahiyesi müdürü Hasan efendinin gün ortasında katledilir. Amaç gözdağı vermek ve yüreklere korku salarak göçe zorlamak ve bu yolla Türk sorununu kökten çözmektir.
İşlenen cinayetler, gerçekleştirilen saldırılar Kemalizm yanlısı Türklerde beklenilenin tam tersi sonuçlar doğurur. Korku duymak ya da kaçmak bir yana davalarına daha sıkı sarılırlar. Yapılan saldırı ve öldürme olayları onların mücadele ruhunu ateşlemekten başka bir işe yaramamıştır. Öyle ki, 1931-32 yılları, Bulgar faşist grupların cana yönelik saldırılarına ve hilafet yanlılarının tüm baskı ve karalamalarına rağmen Turan’ın gelişme dönemi olmuştur. Birçok yerlerde şubeler açılmış, bazı yerlerde köylere bile ulaşılmıştır. Amacı Bulgaristan Türklerinin, Kemalist ülkü doğrultusunda sosyal ve kültürel gelişimini sağlamak olan dernek bunun için çeşitli araçlar geliştirmiştir. Kütüphaneler ve okuma salonları açmış, gazeteler çıkarmıştır. Kısaca Turan Cemiyeti, kapatıldığı tarih olan 1934’te 95 şubesi ve 5 bin kadar aktif üyesiyle, çok başarılı ve aktif bir organizasyondur. Derneğin bu başarıya ulaşmasında Türkçe gazetelerin çok büyük rolü vardır. Özellikle de Kırcaali’de çıkan Özdilek, Vidin’de çıkan İstikbal, Razgrad’da çıkan Karadeniz gazetelerinin…
Kemalist Türk derneklerinin yükselişe geçtiği 1931 yılında Bulgaristan’da önemli bir değişiklik daha yaşanır. 21 Haziran 1931’de yapılan genel seçimlerde, Türklerin de desteklediği Naroden Blok yani Milli blok seçimi kazanır. Fakat verilen onca söze rağmen, Milli Blok’un Türklerin sorunlarına yaklaşım konusunda, Demokratik Birliği hükümetinden hiçbir farkı yoktur. Dahası Türklere karşı daha da katıdırlar. Eski ayrımcı ve baskıcı politikalardan vazgeçmek bir yana, başta eğitim olmak üzere, bunları daha da ağırlaştırarak sürdürürler. Bu durum Rehber gazetesinde “Milli Blok hükümeti hükümeti, program ve intihap (seçim) agitasyalarında (çalışmalarında) bize bol bol vaatler yapmış ve yapmakta devam ediyorsa da,’İzgovor’ devrinde şikayet ettiğimiz haksız ve kanunsuz hadiseler ve fuzuli hareketler bugün birkaç kat daha artmış, ’İzgovor’ idaresinde kapanmış ve yine aynı idare tarafından açılmaları için emir verilmiş olan mektepler, bugün kapalı kaldıktam maada, yeniden birçok mektepler kapanmış, tedrisat programları sıkıştırılmış, birçok yerlerde tek Bulgarsız, halis Türk köylerinin mektepleri halkın feryat ve istimdatlarına rağmen hala resmi, milli mektep olarak idare olunmakta, bu suretle kanuni esasi ve maarif kanunlarının verdiği sarih haklarımız ayaklar altında çiğnenmektedir.” şeklinde dile getirilir.
Kemalist derneklerin örgütlenme ve toplumsal taban oluşturma konusundaki başarıları, tüm dikkatlerin, üzerlerine toplanmasına yol açar. Hilafet yanlılarının ve Bulgar faşist grupların saldırıları artar. 1933 yılından itibaren Kemalist ve hilafet yanlısı gruplar arasındaki çatışma uzlaşmaz bir noktaya varır. İpler tamamen kopar.
Sofya gelişmeleri dikkatle ve kuşkuyla izler. Bu kuşku, hilafet yanlısı baş müftülük ve bu ülkeye yerleşmiş bulunan 150’liklerden bazılarınca sürekli körüklenir. Aslında baştan beri olayların içinde olan Sofya beklentisi iki tarafın birbirini; mümkünse hilafet yanlılarının Kemalistleri yok etmesidir. O nedenle hilafet yanlılarının ve Bulgar faşist gruplarının şikayetlerinin Sofya’nın kuşkularını körüklemesi gibi bir şeyin olmaması gerek. Bu şikâyetler olsa olsa olaylara uygun bir zamanda müdahale etme şansını ve uluslar arası hukuk karşısında haklı olma olanağını vermektedir. Neyse! Hilafet yanlılarının ve Bulgar faşist gruplarının şikâyetleri ve suçlamaları aralıksız devam eder.
Trakya örgütü, Turan’ı, Bulgaristan’ı bölüp parçalamayı amaçlayan Kemalist bir örgüt olduğunu ileri sürer. Trakya örgütünün gösterdiği hedef Kırcaali’dir. Baş Müftü Hüseyin Hüsnü suçlama konusunda hiç Bulgar faşist gruplardan geri kalır mı? O da Turan Cemiyetinin, Deliorman’da bir koloni oluşturarak önce bir Türk hükümeti kurmak sonra da Türkiye’ye katılmak istediğini söyler. Devrimci hareketini boğmak, modernleşme çabalarını baltalamak ve Türk gençliğini susturmak isteyen Baş Müftü Hüseyin Hüsnü, suçlamaları bununla da sınırlı kalmaz. Türk Devrimini meşalesini Bulgaristan’da yakmak isteyen ve bunun mücadelesini veren Kemalist gençleri, toplumun en büyük zaafı olan dinsizlikle suçlar.
Saldırılar dört bir yandan gelir. Yine hilafet yanlılarının önde gelen simalarından olan 150’liklerden Osman Nuri ise, Turan Cemiyeti’nin Kemalist yani komünist olduğunu, Türkiye’den yönetildiğini, bunun da elçilik ve konsolosluklar aracılığıyla yürütüldüğü suçlamalarında bulunur. Bütün kavramları birbirine karıştıran, belki Avrupa ile birlikte Bulgaristan’da da yükselişe geçen Nasyonal Sosyalizmin, komünizm düşmanlığından yararlanmak için Kemalizmi komünizm ile özdeşleştiren Osman Nuri’nin suçlamaları bununla da bitmez. Komünizm suçlamasıyla yeterli desteği bulamamış olacak ki, Turan Cemiyeti’nin ileri gelenlerinden bazıların adlarını vererek bunları, vatan hainliği ile suçlar. Dahası bu insanların, “yabancı bir millet (Türk milleti) adına Bulgar vatandaşları arasına nifak saçtıklarından Müdafaa-i Hükümet Kanunu ile takip olunmaları” gerektiğini söyleyerek haklarında ne yapılması gerektiği konusunda yol da gösterir.
Abdülhak Naci sorunu ve çatışmayı daha da ileri boyuta götürür. 31 Mart 1933 günlü Dostluk gazetesinde Turan Cemiyetini Ankara’nın etkisinde ve para almakla suçladıktan sonra sözlerine “… din-i mübine, peygamberi zişaine sınıfı ülemaya kök saldıran güruha karşı bu kabil şedit ve öldürücü darbeler indirmeye devam edeceğiz ve alçakların nefesi ve sesi kısılıncaya kadar bunda sebat göstereceğiz. Düşmanı tepelemedikçe kılıçlarımızı kınına, kalemlerimizi kutuya koymamaya ahaki peyman eyledik.” şeklinde devam eder.
Düşman, çağdaş, ilerici ve Türkiye ile gönül bağını sürdürmek isteyen Kemalistlerdir. Dost ise bulundukları ülke ve kurumlarıdır. Bir başka deyişle Sofya’dır, Atina’dır. İlk başlarda ideolojik nedenlerle ortaya çıkan fakat sonraları daha çok atanmış müftülerce yaratılan bu tür işbirlikçilik örnekleri, uzun yıllar Balkanlarda Türklerin ve Müslümanların yaşadığı en büyük sorun olmuş, Yunanistan örneğinde olduğu üzere bazı ülkelerde günümüze kadar sürmüştür. Bu tür müftüler, yani göreve atamayla gelenler, temsil ettikleri toplumun, bulundukları ülkede antlaşmalardan doğan haklarını korumak bir yana o devletin haklarını temsil ettikleri topluma karşı korumağa çalışmaktadırlar.
Neyse! Mücadele çetin ve amansızdır. Hem Bulgar faşist gruplarca hem de hilafet yanlılarınca yapılan saldırı ve ihanet başta olmak üzere her türlü suçlamalara karşı yanıtlar Turan Cemiyeti’nin en keskin ve en etkili kalemlerince anında verilir. Yüreklerinin Türkiye ile birlikte attığı, Türkçü ve Kemalist oldukları açık bir şekilde ortaya konulur ve savunulur.
Ahmet Refet, Özdilek Gazetesinde Türk Devrimi ve Bulgaristan Türkleriyle ilgili olarak yazdığı “Türk İnkılabını Benimsemek Yurda Hainlik midir?” başlığını koyduğu yazısında, “Kuşkusuz edebiyat, sanat, kültür noktalarında tam bir bağlantıyla bağlandığımız egemen Türk’ün o alanlardaki inkılaplarını toplumsal yaşamımızın kurallarıyla uygunlaştırarak Bulgarya Türkleri arasında uygulayacağız. Bizim bu alandaki benimsememizi yanlış anlayışlarla yorumlamak bizim yükselmemize engel olmak demektir. Buysa tam anlamıyla yurda hainliktir. Çünkü Türk gençliği bilimsel, kültürel alanlarda Türk inkılabını benimsemekle yurda hizmet yapmış sayılırlar.” Demektedir.
Halim Özdemir ise “Aziz Kardeşler” başlıklı makalesinde, “İşte sevgili ve değerli kardeşlerim, Türkçülük ülküsünün daha çok yükselmesi için ve Türklüğe yaratılmış olan bu parlak ve şanlı yolu ışıtmak için her çeşit ezinç (azap) ve sıkıntıya katlanıp çalışmak gerektir. Biz bu yolun yolcusuyuz. Her çeşit engelleri atlatarak, yıkarak, her tür ezinç (azap) ve sıkıntıya katlanarak kesin yengiye (zafere) doğru çetin ve yorulmaz adımlarla yürüyecek, çok yakın bir gelecekte parlak bir yenginin doğumunu muştulayacağız (müjdeleyeceğiz)! Ben buna bütün gönül ve içtenliğimle inanıyorum: Atatürkçülük (Kemalizm) Türkçülüğü dinim ve imanım. Kemal de Peygamberimdir!” der ve son noktayı kor.
Artık söz bittiği yere gelinmiştir. Şimdi konuşma sırası kaba gücündür. Kemalist hareketi fikir gücüyle yenemeyen faşist gruplar, olayı şiddete dökerler. Bunların organize ettiği saldırılar sonucu Bulgar gençleri 15-16 Nisan gecesi Razgrad’taki Türk Mezarlığı’na saldırırlar. Mezarlık yerle bir edilir. Mezarlar açılır, kemikler etrafa saçılır. Gerilimi tırmandırma ve olayı provoke etme çabası bu kadarla da sınırlı kalmaz. Köy köy dolaşan gruplar Türklere, Türkçe konuşmayı yasak ederler, Türklerin toplandığı kahvehanelere baskınlarda bulunurlar, hatta yeri gelir silah ta kullanırlar. Tüm bu yapılanlar provokasyon için yetmeyince de Cami kapılarına domuz kafası asma, köylerdeki pınarlara, kaynaklara domuz yağı sürme yoluna giderler. Fakat istediklerini alamazlar. Çünkü Türkler provokasyona gelmemiştir.
Bulgaristan’da Türkler arasındaki mücadele Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 10. yılı kutlamaları sırasında en üst düzeye ulaşır. Kemalizm yanlısı birçok Türk gazetesi Cumhuriyet kutlamalarıyla ilgili günler öncesinden harekete geçer. Özdilek’ten T.H. Pehlivan “En Büyük Gün 30 Ağustos” başlıklı makalesiyle Cumhuriyet kutlamalarını günler öncesinden başlatır. Yazılanlar bu kadarla sınırlı kalmaz. Ardından, hem Özdilek’te hem diğer birçok gazetede, Atatürk’e, cumhuriyete ve devrimlere övgüler yağdıran çok sayıda yazı çıkar. Özellikle Kemalist grup tüm olumsuzluklara, saldırılara karşın coşku ve heyecan içindedir. Mutludurlar. Kalabalık bir grup 29 Ekim 1933’te Cumhuriyetin ilanının 10. yılı kutlamaları nedeniyle gerçekleştirilen törenler için Ankara’dadır. Coşku, heyecan ve mutluluk doruktadır.
Saldırılar iyice artar. Fakat Kemalist grubu üzen ve yıldıran ne hilafet yanlılarının ne de Bulgar faşist grupların saldırılarıdır. Kemalist grubu üzen, moralini bozan tek olay, hilafet yanlılarının Turan Cemiyeti’nin elçiliklerce idare ediliyor suçlamasına karşın Filibe Konsolosluğu’nun aldığı “Her ne iş için olursa olsun Büyükelçiliğe nedensiz yapılacak başvurular kabul edilmeyecektir.” karardır.
Balkan Antantının imzalanma sürecine girdiği, Avrupa’nın hızla savaşa sürüklendiği bir ortamda, Türkiye’nin, Bulgaristan’da yaşanan olayların içinde olmadığını göstermek ve Sofya’nın Türklere yönelik baskılarına önemli bir gerekçe olarak kullandığı Turan’ın Türk temsilciliklerince yönetiliyor savını ortadan kaldırmak için atılan bu adım, Kemalist Türk aydınlarını psikolojik olarak etkiler. Çünkü artık, saldırılar ve suçlamalar karşısında düne kadar arkalarında buluna ve güvendikleri tek yer olan elçilikler de yoktur. Türkler, Sofya’nın desteklediği, kullandığı ve kışkırttığı hilafet yanlılarıyla Bulgar faşist grupların saldırıları karşısında şimdi kendilerini tam anlamıyla yalnız hissetmektedirler.
Oysa mücadeleyi ve kavgayı veren kendileridir. Güçlerinin kaynağı inançlarıdır. Fakat gel gör ki, Balkanlarda yaşayan tüm Türklerin psikolojisi olan; hiçbir şey yapmasa bile Türkiye’nin yanında olduğunu bilme duygusunu, Turan Cemiyeti ile Türk Öğretmenler Birliği’nin üyeleri ve yandaşları da yaşar. Karardan olumsuz etkilenirler. Bu durumu M. Necmeddin Deliorman anılarında, “Türkiye düşmanı ırkçı Bulgarlar ortasında ve daha acınacak yanı Türk inkılâplarına düşman ve bizi Atatürkçülük çaşıtı (ajanı) olarak suçlayan softalar ve Baş Müftülük çevresindekiler ortasında, yalnızca Gazi Mustafa Kemal’in saygınlığına ve Türk Büyükelçiliğine güvenerek canla başla çalıştık.” şeklinde ifade etmektedir. Aslında sorun, Türkiye’nin böyle bir mücadeleyi destekleyip desteklemediği değil isteyip istemediğidir. Yani mücadelenin Türkiye için zararlı olup olmadığıdır.
Neyse! Bulgaristan Türklerinin 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın yıldönümünü ve Cumhuriyetin kuruşunun 10. yılını coşkulu bir biçimde kutlamaları baskı ve saldırıların yoğunlaşmasına yol açar. Birçok hakları ellerinden alınır. Fakat yine de ne bir korku, ne bir pişmanlık ne de bir teslim oluş vardır. Tam tersine bıkmadan, yılmadan sonuna kadar mücadele ederler. Fakat 19 Mayıs 1934 her şeyin sonu olur. Tüm Avrupa’da olduğu gibi Bulgaristan’da da yükselen faşizm, bu tarihte askeri bir darbeyle yönetimi ele geçirmiş, başta azınlıklar olmak üzere tüm muhalif güçlere ülkeyi zindan etmiştir.
Turan Cemiyeti’nin önde gelenlerinin bir kısmı Türkiye’ye kaçar. Kaçamayıp kalanların bir kısmı işkencelerden geçirilir, hapislerde çürütülür; bir kısmı ise öldürülür. Ve böylece bir dönem de kapanmış olur. Fakat bu, yenenlerin değil yenilenlerin galip olduğu bir dönemdir. Evet, yenilgi Kemalistlerindir. Fakat zafer Kemalizm’indir.