Kaleme alan: Oktay Aliev, Sofya “Aziz Kliment Ohridski” Üniversitesi Tarih Bölümü, Yüksek lisans öğrencisi
Mektup
“Ey Mehmet amca
Sorarsan halimizi
Anlatayım derdimizi
Hepimizi yaptılar Bulgar
Türkçe konuşanın sırtında cop oynar.
Hamza dayım hapiste
Ayşe halam son nefeste
İşitmiyoruz ezan sesini
Aldılar hocaların fesini
Cenazeler gâvurca gömülüyor
Mezalıkta Ahmet’le İvan yanyana yatıyor
Kafasını kaldıran Dayımın yanını boyluyor.
Ben anlattım halimizi
Sen anlatmışsındır derdimizi
Utandığım için yazamıyorum ismimizi
Koca dünyaya duyur derdimizi”.
– Ali Tiryakı, 13 Mart 1985.
Rusçuk iline bağlı Locva’dan (Glodjevo) şair ve eski muhtar rahmetli Ali Tiryaki (1943-2002) bu çok acıklı ve kederli şiirinde bizlere Bulgaristan Türklerine 80’li yıllarda uygulanan mezalimi ustaca anlatmaya gayret göstermiş. “Soya dönüş” politikalarının 1984 yılında Bulgaristanda bulunan 850 000 Türkün isimlerinin değiştirilmesi dönüm noktasıdır. Bu yılla beraber bu utanç verici olaylardan tam 40 yıl geçmiş olacak. Fakat hâlâ bu konu üzerinde ciddi tarihi ve etnolojik araştırmalar yapılmadığı kanaatindeyim. Aslında objektiv bir şekilde bakıldığında tarihi süreç için bir kaç önemli araştırma bulunuyor, fakat bu dönemde Bulgaristan Türklerinin kültür, sosyal ve dini yaşamları alanında pek fazla kaynak olmadığını dile getirmek gerekir. Komunist partisinin “Soya Dönüş” politikalarının konjektürünü oluşturması ve bu fikirleri benimseyerek buradaki Müslüman topluluklarına uygulanması, onlar için tarif edilemeyecek nitelikte bir trajediydi. İlk önce ve en önemli husus bu toplulukların etnik ve dini kimliğinin yok edilmesidir. İkinci önemli unsur – Türk diline ve Türkçe konuşanlara uygulanan baskıydı. Partinin de uygulamak istediği politika tam buydu – “Bulgaristan’da Türk yoktur, herkes Bulgardır. Bu gün Türk dediğimiz kitleler ise Osmanlı döneminde Türkleşmiş ve İslâmiyeti kabul etmiş Bulgarlardır”. Tabi ki bu büyük bir yalan ve komunist propagandasıydı! Fakat, Todor Jivkov’un “sosyalist milletler” konsepsiyonunda etnik ve dini unsurların yeri yoktu ve bu sebepten dolayı onlar yok edilmeli, herkes sosyalist, dinleri ise ateizm olmalıydı.
Bu konu üzerinde pek fazla çalışma bulunmadığını yukarıda da beyan etmiştim. Zannımca gelecek nesil araştırmacılar dikkatini rahatlıkla bu yöne doğru çevirebilir. Peki bu konu nasıl araştırılmalı? İlk önce, tabi ki dönemi iyi bilmek ve tanımak gerektir. Arşiv belgeleri en değerli ve önemli kaynak oldukları için ilk başta onlara değinmek zorundayız. Aynı zamanda BKP’nin hangi kongresinde ne tür kararlar alınmış ve bu kararlar nerede, nasıl uygulanmış, Bulgaristan Türkleri bu kararların tam neresinde konumlandırılmış, dikkatlice tespit etmek lâzım gelir. Böyle bir çalışma ise çok titizce yapılmalıdır. İkinci sırada bu olaylara şahit olmuş kişilerden alabileceğimiz veriler bulunmaktadır. Günümüzde bile kültürümüz, örf, adet ve geleneklerimiz gün geçtikçe değişime uğramakta ve unutulmaya mahkümdur. Bebeklerin “Yarı yaşı”nın kutlanması, bekârlığa veda partileri, cinsiyet belirleme partisi; mevlitlerde ve iftarlarda hazır alınmış yemeklerin sunulup dağıtılması gibi ciddi kültürel, örfî ve manevi sorunlarla baş başa kaldığımız bu dönemde sizleri yaklaşık 40-50 yıl geriye götürerek, ecdadımızın o günün şartlarında ne tür kimlik mücadelesinde bulunduklarını göz önüne sermeyi büyük bir ihtiyac gibi görmekteyim.
Bulgaristan Müslüman toplumuna 9 Eylül 1944 yeni umutlar aşılamıştı. Bunun müsebbibleri arasında ise 1934 yılında darbeyle başa gelen Kimon Georgiev ve onu takip eden sağcı hükümetlerdi. Onlar, yüzlerce Türk mektebini kapatmış, onlarca gazeteyi yasaklamış ve bir çok entellektüel Türklere çeşitli zorbalıklar yaparak buradan kaçmalarına neden olmuştur. Bununla beraber binlerce Bulgaristan Türkü, İkinci Dünya Savaşı sırasında Pernik, Kresna, Simitli ve civarına yedek olarak gönderilmiş, orada zorlu şartlarda çalıştırılmıştır. Burada yüzlercesi sefalet içinde ölüme terk edilmiştir. İşte bu bahsedilen sebeplerden dolayı 9 Eylül Bulgaristan Türkleri için bir nevi hürriyet anlamına gelmişti. Bunu kutlarcasına şair Mehmet Müzekka Con kaleme aldığı “Kızıl ordu marşı”nda şöyle diyordu:
“Stalin’in kuvveti var,
Hem demirden yumruğu var.
Yumruktan doğruluk bulduk,
Boyunduruktan kurtulduk”.
Fakat 9 Eylül bir darbe olduğundan yeni rejimin sağlanması ve güçlenmesi için yaslanabileceği sağlam bir kitleye ve onların sağlayabileceği desteğe ihtiyaçları vardı. Bu kitleler ise azınlıklardan başka kimse değildi. Sonuç olarak idareye yeni gelen komunistler azınlıklarla “flörtleşme” sürecine girerek onlara sınırsız ve şimdiye kadar görülmemiş haklar sunar. En başta yıllarca çözülmemiş Türk mektepleri sorunu hal olmuştur – artık Türk mektepleri özel değil devletin idaresi altına girerek oradan mali ve maddi destek görmeye başlar. “Narodna prosveta” basımevinde Türkler işe alınmış ve okulların ihtiyacı için Türkçe kitaplar basılarak tedarik edilmiştir. Yeni idareyi desteklemek ve Bulgaristan Türkleri arasında popülarleştirmek için 1945 yılında Türkçe “Işık” gazetesi (1947 yılında “Yeni Işık” olarak ismi değiştirilmiş), daha sonra ise “Yeni hayat” dergisi çıkmaya başlamış. Bulgaristan Ulusal radyosunda ilk kez 1947 yılında Türkçe yayın yapılmıştır. Türk tiyatroları Bulgaristanın nice şehirlerini donatmış ve Türk folkloru Kadriye Latifova, Sıdıka Ahmedova, Raziye Fazlı, Osman Azizov, Adem Bayraktarov gibi isimler sayesinde Bulgaristan’da altın çağına ulaşmıştır. Bunların yanı sıra bir çok Türk devletin bürokrasisinde işe alınmış, bir diğerleri ise Bulgaristan parlamentosuna milletvekili seçilmiştir (benim kasabam Locva’dan – Daud Daudov ve Hafız İbrahim Bilalov Gencev). Diğer önemli husus ise Bulgaristan Türklerinin topluca üniversitelerle tanışmasıdır. 1952 yılında Sofya Üniversitesinde Türk toplumuna mahsus Türkçe eğitim verecek 3 şube açılmıştır – Tarih, Türk filolojisi ve Matematik&Fizik bölümü. Aynı yıl ilk kez oraya Türk hocalar atanmıştır – misal olarak Riza Mollov ve eşi Mefküre Mollova.
Aslında buraya kadar anlatılan her şey masal gibi gelsede kulağa, 60’lı yıllarda tüm bu imkanlar yavaş yavaş Bulgaristan Türklerinin ellerinden alınmaya başlar. Bu da aslında BKP’nin sözde “Soya dönüş” politikalarının prensiplernin gelişmesinden ve oturtulmasından kaynaklanmaktadır. Locva kasabasında sohbet ettiğim 93 yaşında bir dedemiz bana şöyle demişti: “Bize sağlanılan tüm bu nimetler daha sonra bizlere tuzlu çıktı”. Belkide bu süreci en iyi özetleyen bu tespit aslında çok yerindedir. Bulgaristan Türklerinin ilkbaharı ellili yılların sonu ve altmışlı yılların başında hemen hemen sona ermişti. Bu topluma ilk ağır darbe Türk mekteplerinin kapatılmasıyla gelmiştir. İslamiyet üzerine de baskı yapan komunistler propagandalarıyla müslümanları dinlerinden uzaklaştırmayı amaçlamış ve kısmen başarılı olmuştur. Bazı köy ve kasabalarda camiler, türbeler, cem evleri ve tekkeler kapatılmış, ezanlar susturulmuştur. Komunist propagandası sünnet olmayı “vahşet dolu bir akt” ve “vandalism” olarak belirlemiş ve yasaklamıştır. Bu sebepten dolayı binlerce müslüman genci gece vaktinde ormanlarda gizlice sünnet edilmiştir. Yine bazı yerlerde mevlid okutulması ve Bayram kutlanması yasaklanmış. Türk-Müslüman topluluklarına en ağır darbelerden biri ise Türkçe’nin yasaklanması olmuştur. Türkçe yasağı her yer için geçerli kılınmış hatta Türklerin yaşadığı köy ve kasabalarda ki evler “Dırjavna sigurnost” ajanları tarafından dinlenmeye alınmıştır. Yasaklar sadece bunlarla sınırlı değil. Geleneksel Türk kıyafetleri, şalvar, don, çember, fes ve sarıklar, kuşaklar tamamen ortadan kaldırılmasına BKP büyük gayret göstermiş ve yeni giyim tarzları bu topluluklar arasında yaygınlaştırılmaya başlamış. “Soya dönüş” politikasının arşa çıktığı 1984-1985 yıllarında Müslüman cenazeleri hristiyan usulleriyle gömülmeye başlamıştır. Meftalar, kefen yerine elbiseleriyle giydiriliyor ve tabutla gömülüyordu. Bu yıllara kadar ayrı olan Türk ve Bulgar kabristanlıkları artık birleştirilmiştir.
“Soya dönüş” politikalarının doruk noktasını 1984 kışında 850 000 Bulgaristan Türkünün isimlerinin değiştirilmesi belirlemiştir. Yaşanan bu vahşetin tek bir amacı vardı – Bulgaristan Türklerinin etnik ve dini kimliğinden tamamen arındırmak. Fakat bu gidişe dur diyen Türk ve Müslüman toplulukları Bulgaristan’da komunizm rejiminin düşmesinde büyük rol oynamıştır. Peki “Soya dönüş’ politikaları bizim elimizden neleri aldı? Bence tarif edilmesi mümkün değil, zira günümüze bakarak kültür, örf, adet ve geleneklerimizin çoğunu unutmuş ve uygulamadan kaldırmışık gibi görünüyor. Zorunlu asimilasyon sürecine boyun eğmeyen Bulgaristan Türkü ne yazık ki günümüzde demokrasinin getirdiği yenilikleri çok çabuk benimseyerek özünden gönüllü bir şekilde tam hız şaşmaya devam etmektedir. Eskiler ise sadece mazide kalan bir hatıra gibi solmaya mahkum kılınmıştır.