Yazı: Rüstem Aziz
17–21 Mayıs 2017 tarihlerinde, Sabahattin Ali’nin doğumunun 110. yıldönümü dolayısıyla, Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) şehrinde KIBATEK ile belediye başkanlığının ortaklaşa düzenlediği uluslararası sempozyumda tanıştığım sayın Mustafa Koz, Sabahattin Ali Kitabı’na kısa bir yazı yazar mısınız dediğinde, hemen evet deyivermiştim. Oysa ciddiye alınacak bir konu olduğunu biliyordum. S. Ali konusu dipsiz derya. Tonlarca kitap yazılmış bu konuda. Hem de işin ehli üstatlar tarafından. Kendisiyle yakın arkadaşlığı olanlardan tutun, öz kızı Prof. Filiz Ali’ye kadar, ciddi eserler verilmiş bu konuda. Üstelik konu son yıllarda hayli güncelleşmiş, yaygılaşmış, yeni verilerle zenginleşmiş durumda. Bulgaristan’da Türk asıllı azınlığın kültür sorunlarıyla yakından ilgili biri olarak, üstelik neredeyse otuz yıllık dernekçi olarak, bundan da öte, Sabahattin Ali’nin adını taşıyan yaklaşık 70 yıllık bir kültür ocağının başkanlığını yapmış biri olarak, S. Ali’nin Bulgaristan Türkleri ve kamuoyu üzerinde bıraktığı izlere, S. Ali’nin ve eserlerinin Bulgaristan Türkleri tarafından sevilmesinin kimi sebeplerine kısaca değinip, Bulgaristan’da S. Ali’nin adını taşıyan kültür derneklerinin faaliyetlerinden söz ederek konuya bir renk katmaya çalışacağım.
Bizim coğrafyamızda ayların en umutlusu, gönüllerde bahar açtıran güzelim Mayıs ayıdır. Bulgaristan’ın Karadeniz incisi denmeyi haketmiş Varna şehrinde Mayıs bir başkadır. Deniz Bahçesi diye bilinen muazzam sahil parkı tam bir oksijen reposudur, cıvıl cıvıl hayat doludur, deniz bile neşelidir. Burada da 1 Mayıs günü çiçek ve bayrak volkanını omuzlarında taşıyan coşkulu insan selinin bayram ettiği gündür, insanı dürüst eden hilesiz emeğin bayram günüdür.
İşte böyle neşeli bir günün ertesinde, bundan neredeyse 70 yıl önceki 1949’yılında, 27 yaşına rağmen hayli tecrübeli sayılan kadrolu bir parti işçisi olan Sıtkı Çauş, akşamüstü çocukluk arkadaşı Sarkis Terziyan ile şehir merkezinin en uğrak lokantasında buluşur. Tıklım tıklım lokantada onların masası ayrıdır. Yaşları küçük sayılsa da, gördükleri hürmet büyüktür. Sarkis Fransız lisesi mezunudur, Marsilya’da bulunmuş bir öğretmendir. Sıtkı Çauş otuzlu yılların başında daha çocuk denecek yaştayken faşist darbe döneminde poliste korkunç işkenceler görmüş, ağzından tek söz alınamamıştır.
Hoş beşten sonra Sarkis başını bir sağa, bir sola eğerek gözlerini karşıdaki masalardan birinde iri yarı bir adamın çantasından çıkardığı ekmeğini sardığı gazeteye dikmiştir. “Bak ya, bak gazetede ne yazıyor. Sabahattin Ali diye birinden söz ediyor, sizlerden olsa gerek,” der demez, Sıtkı Çauş kulak kesilir. Adamın başına dikilirler. Marsilya’dan yeni dönmüş bir denizci olan adam baştan tedirgin olur, ama Sarkis’in sözlerinden sonra sakinleşir ve gazeteyi verir. “16 Haziran 1948 tarihinde bir çobanın bulduğu cesedin Sabahattin Ali’ye ait olduğu tespit edilmiştir” şeklinde kısa bir haber geçmiştir Le Monde gazetesi. Bugün de 97 yaşına rağmen Sıtkı Çauş dimdik ayakta, aramızdadır ve Sabahattin Ali’nin katledilmesi haberinin o günkü bayram havasını berbat ettiğini söyler, bu haberi Bulgaristan’da ilk duyan kişi olduğuna inanır. Çok büyük bir ihtimalle de öyledir.
Varna Sabahattin Ali Halk Kültürevi büyük üstadın katledilmesi haberinden belirli bir süre sonra kurulmuş olsa da, bence tarihi, bir bakıma o akşam başlamıştır. Yalnız bu derneğimizin değil, Rodoplarda, Deliorman’da, Dobruca’da kurulmaya başlayıp çoğalan S. Ali kültür derneklerinin de tarihi o akşam başlamıştır. Bu yörelerde Nazım Hikmet kültür derneklerinin yanısıra, Sabahattin Ali’nin adını taşıyan dernekler de kurulur olmuştur. Bulgaristan’da ilk Sabahattin Ali kültür derneği olan derneğimiz, ne yazık ki, son S. Ali derneği durumundadır. Bunun sebepleri çok yönlüdür ve en başta sosyal-politik konjonktürle ilgilidir ve ayrı bir araştırmaya konu olabilir.
Elbette ki, Sabahattin Ali Halk Kültüevi sırf büyük üstadın hayatı ve eserleri üzerinde çalışmıyor. Böyle bir şey, önemli ölçüde bilim konusu. Kuruluş Tüzüğü üyelerinin genel kültür düzeyinin yükseltilmesine hizmet etmek, azınlıkların özgün kültür miraslarının korunmasına, bu arada en büyük azınlıklardan olarak Türk azınlığın sanat, kültürel ve tarihi mirasının araştırılmasına, korunmasına hizmet etmeyi öngörüyor; kültürel ve dinsel gelenek ve törelerinin yaşatılıp yeni nesillere iletilmesi için çalışmak, bütün bu konularda benzer amaçlı kuruluşlarla işbirliği yapmak yer alıyor. Bunları yaparken Sabahattin Ali ve eserleri elimizde dürüst insanlık dersi veren bir bayrak oluyor. Yalnızca konu sıralama şeklinde de olsa faaliyetlerimizin çok kısa bir özetini çıkaracak olursak, şunları söyleyebiliriz:
Ramazan ve Kurban Bayramlarını kutlama etkinlikleri. Hıdrellez kutlamaları. Mevlana, Yunus Emre ve diğer benzer şahsiyetlerin yıldönümlerinde etkinlikler. Türk dili, edebiyatı ve sanatları esas alınarak Türk asıllı şair, yazar, ressam, müzisyen vb. sanat adamlarını ve eserlerini tanıtma toplantıları. Devamlı çalışan koro, dans, müzik, resim ve edebiyat grupları. İlgili temsil, sergi ve edebiyat geceleri. Türk folklor festivalleri. Şiir şölenleri, anneler günü ve kadınlar günü kutlamaları. 19 Mayıs Atatürk’ü anma, gençlik ve spor bayramı kutlaması, ebeler günü. İlk kurucu başkanı ve halihazırda genel sekreteri bulunduğum Varna Türk Kültür Derneği ile sıkı işbirliği. S.Ali’nin doğduğu ve anıtının dikildiği Eğridere’deki (Ardino) Rodop Kıvılcımı Halk Kültürevi ile imzalanan işbirliği sözleşmesi çerçevesinde etkinlikler. S. Ali’nin anıtının dikildiği Kırklareli’deki Sanat ve Edebiyat Derneği ile işbirliği protokolü çerçevesinde karşılıklı ziyaretler ve ortaklaşa etkinlikler. Turhan Rasi, Rüstem Aziz ve Fatme İbrahim gibi kültürevi üyesi şair ve yazarlarımızın Türkiye, KKTC, Moldavya ve Romanya’da düzenlenen uluslararası edebiyat forum ve buluşmalarına katılımı, eserlerinin değişik antolojilere alınması, kimi eserlerinin yabancı dillere çevrilmesi. Ülkedeki diğer Türk kültür dernekleriyle çok kapsamlı işbirliği. Başkan Rüstem Aziz’in edebiyat çalışmalarıyla ilgili olarak Deliorman Edebiyat Derneği yönetim kuruluna üye alınması ve tüm bu faaliyetler dolayısıyla Antalya merkezli Avrasya Sanat Kültür Edebiyat ve Bilim Federasyonu ASKEF’in kuruluş toplantısına katılıp Denetim Kurulu üyeliğine seçilmesi ve Bulgaristan temsilcisi olarak atanması. Bütün bu değişik etkinlik, kutlama, toplantı, şölen ve festivaller gerçekleştirilirken, mutlaka ve mutlaka Sabahattin Ali ve eserleri değişik yöntem ve şekillerle anlatılıyor, büyük üstadın ne denli bir değerimiz olduğu özellikle genç nesillere duyuruluyor, görüşleri alınıyor.
Sabahattin Ali’nin Bulgaristan Türkleri tarafından sevilmesi, onu kendi ruh halimize çok yakın bulmamız yalnız bugünkü Bulgaristan topraklarında, Eğridere’de (Ardino) doğmuş olmasıyla ilgili değil. Bu husus kullandığı dilin net ve kolay anlaşılır olmasıyla ilgilidir..En başta da eserlerinde ve ömrü boyunca sergilediği, dürüstlükle, yaşamı boyunca savunduğu insan onuruyla ilgilidir. Yine yaşamı boyunca uğradığı baskılara rağmen insan ve toplum ilişkilerindeki yaralara işaret etmekten vazgeçmemesi, defalarca ve yıllarca hapislerde kalmasına rağmen asla boyun eğmemesiyle ilgilidir.
1 Kasım 1947’de, Merhumpaşa gazetesinde Sabahattin Ali şöyle diyor: “…Biz isterdik ki, bize hücum edenler, karşımıza, yani halkın önüne yine birtakım fikirlerle çıksınlar. Ne gezer! Onlar sadece sövmüşler….Yurdun dört bucağında çıkan bir sürü gazete ve dergide, aleyhimize üç yüzden fazla yazı çıkmış… Bir tekinde olsun, bir tek fikrimiz, bir tek satırımız ele alınıp, çürütülmemiş. Sadece küfür edilmiş. Biz demişiz ki: Bu memleketin istiklali her şeyden üstündür. Milletin oluk gibi kan akıtarak kazandığı bu istiklali, siyasi oyunlara alet edip, elden kaçırmayalım. Sömürücü devletlerin elinde oyuncak olmayalım! Cevap vermişler: Hain, satılmış, Bolşevik ajanı!.. Biz demişiz ki: Yıllardan beri arkası gelmeyen dalavereler, arsa oyunları, memleket dışına para kaçırma rezaletleri, esrarı çözülmeyen cinayetler, millet malı soygunculukları alıp yürümüştür…”
Sevengül Sönmez’in belirttiği gibi, fırsat bulduğumuz her yerde “Sabahattin Ali’nin büyük ve önemli bir yazar olduğu kadar, sosyalist dünya görüşüne sahip, ezilenin hakkını koruyan, kendisini ve çevresindekileri susturmaya çalışan güçlerle savaşan, iyi ve adil bir dünya için mücadele eden bir aydın olduğunu, yaşarken susturulmaya, baskılarla yıldırılmaya çalışıldığını, ölümünden sonra ise eserlerinin uzun yıllar yayımlanmadığını, ölümünün de hâlâ aydınlatılmadığını” anlatmak gerekir.
Son dönemlerde yeniden gerginleşen, değişik alanlarda kutuplaşmaların arttığı ortamda, bu kısa yazıyı şu sözleşle bitirelim. “İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunlardan daha korkunç bir şey; hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.”