Yazı: Kamber Kamber
-İsmail hadi yavrum uyansana, gecikiyorsun! Bak arkadaşların geldi, seni soruyorlar.
İsmail şu an belki de çocukluk rüyalarının en güzelini görüyordu uykusunda.
Doğduğu köy yakınındaki çayırdaydı. Koşuyordu, gücünün yettiği kadar koşuyordu yeşil çimen ve rengarenk çiçekler arasında. Bir ara ayağı kaydı ve yüzüstü seriliverdi oracığa. Hiç kımıldamadan öylece kalakaldı. Kısa bir süre sonra başını yavaşça kaldırdı, etrafına göz gezdirdi. Kelebekler, arılar v.s. vızıldayarak çiçekten çiçeğe uçuşuyorlardı. Çiçek yüklü meyve ağaçlarından gelen bülbül nağmeleri onu epey büyüledi. Ardından köy evlerinin birinden güzel bir türkü içine akıyordu adeta.
Kına mı yaktın eline Emine’m?
Vursun davul, çalsın zurna, Emine’m…
1962, Kırcaali ilinin, Koşukavak kasabasına bağlı Karakuz (Kozino) köyünde dünyaya gözlerini açan İsmail Arif daha küçük yaşta gönlünü müziğe kaptırdı. O zaman bu zaman kulağını Sofya, Budapeşte, Priştine, İstanbul ve Ankara radyolarından hiç ayırmadı. Seve seve, doya doya, gönlüne doldura doldura güzelim müzik nağmelerini ve duygulu türküleri fırsat buldukça hep dinledi. Dinledikçe onlara daha çok değer verdi ve sonunda da işi kendi kendine bir karara bağladı. ‘’Evet, ben müzikle ilgileneceğim’’ dedi.
Sevdiği ve beğendiği türkü ve şarkıları ezberleyerek yüreğinin bir köşesine sakladı. Zaman zaman onları oradan çıkarıp, bayırda çayırda hayvanları otlatırken yanık yanık okumaya başladı. Türküleri okudukça heveslendi, heveslendikçe okudu. Repertuvarını gün geçtikçe zenginleştirdi.
‘’Radyo sanatçılarını büyük sevgiyle dinliyordum. Türkü merakın dedemden geliyor. Babam klarnet ustasıydı. Sekiz yaşındayken, müzisyen olan abilerim beni sırtların a alıp, türkü okutmak için kına gecelerine götürüyorlardı. Dokuz yaşıma geldiğimde, dedemin ilk emekli maaşıyla bana akordeon alındı. Sevinçten göklerde uçuyordum. Ama enstrümanı nasıl çalacağımı bilmiyordum ki. Bana, bunu nasıl çalacağımı öğreten biri gerekiyordu. Köyde benden büyüklere sorduğumda hiç biri göstermedi, sürekli reddettiler. Ben de akordeondan vazgeçmedim. Düğün ve bayramlarda akordeon çalan müzisyenleri izledim saatlerce. Derken enstrümanı çalmasını iyice benimsedim’’. Ailenin geçim sıkıntısı, İsmaiI’i ortaokuldan ileriye götürememiştir. Sofya emek askerleri kışlasında, ancak kırk beş gün sora çok sevdiği akordeonuna kavuşmuştur. Askerlik döneminin sonuna kadar, kışladaki diğer müzisyen arkadaşlarla zaman zaman Ordu Evinde konserler vererek askerleri ve komutanları neşelendirmişlerdir.
‘’Babam ve abilerimle birlikte kına geceleri ve düğünlere tutuluyorduk. Bu meşgale bana prova gibi geliyordu.’’
İsmail zamanla kendini bu yönde iyice geliştirince, çeşitli konserlere, kültür etkinliklerine, kına, düğün ve asker uğurlamalarına davet edilmeye başladı. Sevenleri arttıkça arttı. Ansızın, 1984-85 yılları Bulgaristan Türklerinin yaşamına kara damgasını vuran ve insanlarımızın yüreğini kötü şekilde kavuran günler geldi çattı. Herkesin içi karardı. ‘’Türkçe olan herşey yasaklandığında evdeki radyo önüne oturup, içimi çeke çeke ağladığımı hiç unutamam, diyor İsmail. Müziksiz kalan hayatım ansızın kararıverdi.’’ Boşuna dememişler ,,Müzik ruhun gıdasıdır,, diye.
‘’Demokrasi dönemi gelince her şey yerine oturdu. Bulgaristan’ın değişik kasabalarında bol bol konserler sunduk halka. On beş yıl İzmir’de kaldım. Bu zaman zarfında kına geceleri, düğünler ve BAL-GÖÇ etkinliklerinde konserler verdik. Gittiğimiz her yerde halk bizleri sevdi, adeta kaynaştık. Her zaman müzik konusunda, yeni yetişen nesile yardımcı olmaya çalıştım.’’
‘’Müzisyen olarak gelişmemde, merhum sanatçı Mümün Karagöz’ü kendime örnek aldım. Çok değerli sanatçılarla tanıştım, onlarla dost olduk. Kadriye Abla, Osman Abi, Cemil Şaban, Ahmet Yusuf, Ahmet Cumalı v.b. sevdiğim sanatçılardandır. Ayrıca Hasan Rodoplu ve Sıdıka Ahmet’ovayla, İzmir’de konserler sunduk halkımıza.’’
‘’Yaşım altmış üç olmasına rağmen ruhum hala genç duruyor, müzikle ilgilendiğim için olacak herhalde. Sağ ve hoş oldukça şarkı ve türkü okuyup akordeon çalmaya devam edeceğim. Müzik sevgisini oğullarım ve torunlarıma da aşıladım. Değişik müzik aleti kullanarak başarılı olduklarını düşünüyorum.’’
Türk Halk Müziği uzmanları, İsmail’in sesinin yanık, etkili ve dokunaklı olduğunu söylüyorlar. Bu sözleri onlardan duymak güzel bir duygu olsa gerek kendisi için.
Müziğin sınırı yoktur. Amatör çalgıcıların hoş melodileri insanı bulutların üstüne taşıyabilir. Onlar ne sahne, ne salon bilirler. Onların tek bildiği düğün evi, damat ve gelin evi, köy meydanıdır. Müziği toplum için yapar, hiçbir kaprisi olmayan çalgıcılar zaten melodilerle zengin olan gönlünü olducağı gibi, her güzel şeye açık olan gönüllere aktarmaya çalışır daima.
Peki, güzelim şarkı ve türküler günümüze kadar nasıl ulaştı dersek, başlıca eski çalgı dediğimiz aletlerin taş plaklardan ve pille çalışan radyo vasıtasıyla, olduğunu söyleyebiliriz. Ancak onlardan dinlediği şarkı ve türküleri öğrenip kına gecelerinde, düğünlerde ve her yıl tertiplenen belediye amatör sanat toplulukları festivallerde halka sunuluyordu. Düğün merasiminde müziğin kaynağı başlıca, halkın mehter veya çalgıcı diye hitap ettiği müzisyenlerdir. Bu tür grup dört beş kişiden oluşur-iki tane klarnet ustası, iki davulcu, bir de akordeoncu olmak üzere. Genelde akordeon çalan kişi aynı zamanda grubun türkü ve şarkılarını da okur.
Türkülerin bu günlere ulaşmasında bir de işte bu mehterlerin çok büyük katkıları vardır. Bu gerçek hiçbir zaman inkar edilemez.
Bulgaristan Türklerinin çok yönlü yaşamı halk türkülerinde sergilenmektedir. İnsanlarımızın çalışkanlığı ve yaşadıkları doğa güzellikleri farklı türkülerde nabız atmaktadır. Hele hele, Tuna ve Arda nehri, Rodoplar’a ve Deliorman’a adananlar sıkça rastlanır türkülerimizde. Başlıca aşk, karşılıklı sevgi, kına ve gelin türküleri, ayrılık, gurbet, ıstırap, sıla özlemi v.s. dile getirilmektedir.
Yazımızın sonunda okuduğu türkülerle neşemize neşe katan İsmail Arif’e nice müzikli ömürler dileriz.
Kaynak: Kırcaali Haber