Yerkürenin ve doğanın yasaları insandan gelen kötülükleri bağışlamaz! Kötülükler neler ve ne derece yıkıcı, yani hangi şiddette diye sorgulamak aklıselim işidir. Modern birey, bilinçli kişi ve kuşaklar kötülüklerin gerekçesini sormaz mı? Sorar! Kötülükler; açgözlü saldırganlık, savaş, sömürü sonucuna bağlı kin, kan, kir ölüm halleridir. Tümünün arasına paranteze alınıp vurgulanması gereken “göç” olgusu da var! O da yadsınabilir gerçek değil! Göç, sadece hareket türüdür deyip geçemeyiz. Hiç kimse geçemez! Göç, zorba yönetimlerin neden olduğu düşmanlık dönemlerinin “kaçış” ya da “kurtuluş”, yani biricik “çare” sayıldığı hareketler, bir nevi acılı “gel-git”lerdir! Yerkürenin ve doğa ananın hazin derslerle dolu tepkisidir! Tarih yaşanmış acıların ve çığlıkların yankısıyla taşımakta dünleri bugünlere! Sorgulamak, sağduyuya ve bilime kalır! Savaş ve barış, gece ile gündüz kadar öğreticidir insanlık için, haliyle yaşanmış göçler de zifiri karanlık sancısıdır. Özetile gündüz – gece sarmalını bilinçle kavrayıp zorluklara katlanma hali!
İyiler sabahtan akşama giden gündüzü, kötüler ise akşamdan sabaha giden geceyi simgeler. Gece her daim kazanan değil! Gündüz de her daim yitiren değil! Kaldır başını ufka bak, ey insanoğlu! İçinde debelendiğin evre geceyse, hiçbir şey göremezsin! Aklını ve ruhunu adadığın gündüzse çok şey görürsün, öğüdü ve telkini barındırır analtı(lan)ların içeriği.
Göçmenliği(mi)n derin sancısı nüksetti, naçizane “göç” gerçeğini sorgulamaktan! Tüm göç anılarını, depreşen taşınma travmalarını, insanlığın ortak derdi göç sarmalını Mehmet Güngörmüş’ün Balkan Rüzgârları -Koşukavak’tan Karacabey’e- (Alp Yayınları, Bursa, Mart 2023) adlı belgesel romanı sayesinde yeniden düşündüm. Düşündüklerimi, yani işbu satırları “D/okunmuş Kitaplar” rafına aktarmadan evvel paylaşmayı yeğledim! Okuyacakların gözlerine, yüreklerine sağlık(!) dileğimi iletiyorum şimdiden. Ama önce yazarı tanıyalım, kitabın başlangıç sayfasından:
(Mehmet Güngörmüş, 1956 senesinde, Bursa, Karacabey’de doğdu… Ankara Tapu ve Kadastro Meslek Okulunda ve Eskişehir AÖF İş İdaresi bölümünde okudu. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünden emekli oldu. Halen, İzmir, Urla’da yaşamaktadır.)
Göç ailesinin üyesidir, Balkan Rüzgârları -Koşukavak’tan Karacabey’e- kitabının yazarı. Aile bireylerinin anlattıkları; anne, baba, dede, nene anlatılarını izdüşümü halinde aktarmış okurlara.
Atalarımızın (Osmanlı öncesi ve sonrası dönemde) yaşam sürdüğü Gümülcine ile Bursa bölgelerinde bulunan iki güzide şehir; Kırcali / Koşukavak ve Bursa / Karacabey coğrafyası. Belgesel roman olayının (göçün) çıkış-varış adresleridir. Mehmet Güngörmüş, yazar, anlatıcı başkişi, belgesel romanın kahramanı aracılığıyla seyir yolunu, yolculuğunu aktarmaktadır. Okuyanın gözleri önünde canlandırılan yoklu, yoksunluk ve belirsizlik, umutsuzluk kareleri eksik değildir. Birinci tekil ağızdan atalarının (büyük ailenin göç yolculuğunu kaleme almış başkişi. İçtenlik ve geçeklik dozu özgün bir roman! Haliyle duygusal yönü yoğun anlatı temposu ile sürükleyecektir okuyanı…
Mehmet Güngörmüş, “Koşukavak’tan Karacabey”e alt başlığıyla kaleme aldığı anlatısının giriş bölümünde açıklamış durumu; yazma gerekçesini, göç insanlarını yâd etme amacını. Şöyle demektedir belgesel romanın ilk satırlarında:
“Büyüklerim, “Memlekette…” diye başlarlardı anlatmaya…
Orada nasıl yaşadıklarını, güzellikleri, zorlukları, acılarını, sevinçlerini, büyük bir özlemle anlatırlardı…
En ince ayrıntısına kadar, sanki tekrar yaşıyormuşçasına…
Büyüklerimizi dinlerken, biz de onlarla giderdik oralara…
Bulgaristan muhaciri annemin, babamın ve büyüklerimin Bulgaristan’da, Kırcaali’de, Koşukavak’ta, oradaki yaşantılarını anılarını, acılarını, sevinçlerini paylaşırdık, beraber yaşardık…
Bin dokuz yüz elli bir yılının zemheri ayında, Koşukavak’tan Karacabey’e yaptıkları meşakkatli yolculuklarını; sevdalarını, yaşadıklarını, yaşayamadıklarını büyüklerimin dili ve yüreğiyle anlatmaya çalıştım…” (s. 5)
Büyük aile ortamı, köy koşulları, tarihsel öğelerle desteklenerek bezenmiş yolculuklar, olaylar örgüsü hakim romanda… Rodop dağlarının, vadileri, sırtları, dereleri ile insanı büyüleyen yeşili, sisi ve sesi dile getirilmiş adeta belgesel romanda. Rodoplar’daki insanların doğaya, iklime, mevsime bağlı zorluklarla baş edişi dikkate değer ve elbette sabır ve sebat sınavındaki başarıları… Öncelikle hayatta kalma, sağlıklı, huzurlu ve uzun ömürlü yaşama arzuları… Dayanışma, “meci” (imece) ruhu temel tutunma yöntemidir. Her türden bozgunculuğa, zorbalığa, düşmanlığa, insanın insana kötülük etmesine karşıdırlar. Örneğin haksızlığa direnen köylüler, örneğin Şeyh Bedreddin öğretisine ve etkisine odaklı efsane; örneğin Sofya’da askeri ataşe olarak görevde bulunmuş genç subay Mustafa Kemal… Örneğin yaşam savaşı (varoluş-yok oluş) hattında kesişen yollar ve küçük kahramanlıklarla bütünleşen büyük kahramanlık: Direnmek, sabır-sebat ile çalışmak… İnsanlarının birbirine, Yurduna, Rodoplar’a, ormanına, tarlasına, bağına, bahçesine, sadakatle eksilmeyen sevgisiyle bağlılığı anlatılmış romanda. Baskı ve zulüm arttıkça ve savaşlar birbirini izledikçe tek çare kalır göç etmek. Son erimde umut, anavatan Türkiye’ye, Anadolu’ya, atalarının çıkıp gelmiş olduğu topraklara kavuşmak hedefleridir. Telef olmayı, soğuk, kar-yağmur, fırtına altında yolculuk etmeyi göze almışlar o nedenle…
Rodopların insanı, doğayla, kendisiyle ve mevsimlerle barışık yaşar… Tıpkı komşularıyla ve diğer etnik kimlikten insanlarla olduğu gibi… Doğanın dilini; ağaçların, çiçeklerin, kuşların, ormanların, tarlaların ve tüm bitkilerin adeta ruhunu okuyabilir. Okuyanlar, Mehmet Güngörmüş’ün kahramanından öğrenecektir bu durumu: “Bu da can taşıyor gızanım, ne kadar körpe baksana! Bu körpe filizin tanelerinin içi dolacak, buğday başağı olacak, güneş görecek, olgunlaşacak, olgunlaşınca boynunu bükecek, sararacak, sonra harmanda buğday taneleri olacak” (s. 32) satırları örneklerden sadece birisi… Buğday tanelerinin can taşıdığı, yalın ama lirik biçimde böyle anlatılabilirdi ancak!
Bir yerden başka bir yere -buradan oraya ya da oradan buraya – gidiş bellidir. Taşınıp olağan adres değiştirmek, bilinen, olağan yer değiştirmedir. Göç ise aynı şey değil! Göç, yurt yitirme sürecinde yaşanan felakettir çoğunlukla! İsteğe bağlı (gönüllü) adres-mekân-yer değiştirmek “göç” tanımına ve kapsamına girmez o nedenle… Sadece ölüm-kalım (akıbet, beka vb.) söz konusu olduğunda, “kaçış” eylemi “göç” diye kayda geçirilir. Kişinin, ailenin, topluluğun can(ını) kurtarmaya yeltenişidir söz konusu!
Literatürdeki “göç” kavramına, “ev taşıma” anlamına gelen yer değiştirme girmez, giremez… Zira ev değiştirme koşulları, gündelik gereksinmeler dolayısıyla yaşanan gelişmelere kaynaklık eder. Şehir içi, mahalleden mahalleye, semtten semte… Şehirlerarası; A şehrinden B şehrine gibi… İş, aş, eğitim koşulları dolayısıyla adres değiştirme, “taşınma” asıl anlamın karşılığı “göç” olarak tanımlanamaz. Çünkü yaşam hakkının sınırlandığı atmosferde kaçınıl(a)maz hayat fırtınasıdır “göç” hareketi! Sadece yer değiştirme değil! Evet, kaçıştır! Tüm sefaleti ve korkusuyla insanların hayatını etkileyen olay, korkunç zorbalık yıkımıdır sonuçta! Özetle yok edicinin nefret nöbetidir başa gelmiş durum! Tam adı ile faşizm atmosferi, yani kaos cehennemidir. Bunları not etmeli zira: Zamanında söylenmiş sözün değeri, yankısı ve işlevi yani etkisi yadsınamaz. Sözü geriye bırakmanın da yıkımı hafifletmeyeceği yazılmalı bir kenara… Geç kalınan hareket, gücü, iradeyi yorar… Geç kalmak yaradır, kişinin bilincinde… Orada, öylece belirmiş devedikeni… Batar ha batar… Sonuç mu? Sonuç: İnsan yaralarından göçer, uğradığı haksızlıktan göçer… Kin ve kan üreten ortamdan kaçar! Göçer bir başka diyara! İşbu savı kanıtlar nitelikte Balkan Rüzgârları -Koşukavak’tan Karacabey’e-romanı. Çekilmiş çileyi yazmak daha uzağa bırakılamazdı: Mehmet Güngörmüş içindeki ukdeyi (arzusunu) gerçekleştirmiş atalarının yolculuğunu yazmakla… Balkanlara, Rodoplara karşı vicdani görevini tamamlamış! Yinelemekte, vurgulamakta beis olmaz: Göç insanlık trajedisidir ve evrenseldir elbette! İyilik ve yarar umduğu atlasa göçer insan soyu, daha çok, daha sık da savaşsız, güvenli ortamlara!
Zamanda “göç” konusu var bir de! Sahi, zamandan zamana “göç”ü düşündük mü hiç?
Ben düşündüm! Mehmet Güngörmüş’ün Balkan Rüzgârları -Koşukavak’tan Karacabey’e- kitabı dolayısıyla düşündüm yeniden! Göç belası insanlara neler etmiş, ayrılıklara, hastalıklara, ölümlere nasıl kapılar açmış? Trajedilerin ucu bucağı belirsiz nice büyük yolculuk yapılmış, hayatları perişan eden olaylar getrmiş başa…
Nicedir göç etmekten korkan birisiyim o nedenle! Yani göçten ‘çok korkma’ yaşına geldim. Korkuya dair epeyce ayrıntı anımsadım öylelikle… Bir de gelecek çağın insanlık trajedisini öngörmüş George Orwell’in sözlerini: “Korku! Korku içinde yüzüyoruz. İçimizde var. İşini kaybetmekten korkmayan herkes ya savaştan ya Faşizm’den ya Komunizm’den ya da başka bir şeyden korkuyor.” Usta gelecekçinin, Nefes Almak İçin, (Yakamoz Kitap Yay. 2021, s. 17) kitabından altı çizili satırlarını anımsadım örneğin… Göç ve korku kavramları Balkan Rüzgârları -Koşukavak’tan Karacabey’e romanında da sıkça örtüşmektedir. Yol hastalıkları ve ölümler kaçınılmaz korku kaynağıdır çünkü.
Malum “son göç” dönülmez yeredir… “Sonsuz istirahat-gâh!” derler, “toprağa kavuşma!” derler, “ebedi vatan” derler… Göç nereye? Yük, denk, valiz, bohça, sandık; eşyanın ne önemi var? Son göç “baş taşı”na… Yani “cennetistan!” sanılan yere! Böyle düşünmenin, böyle sorular üretmenin de vardır bir nedeni ve bir yararı belki! Çünkü herkes gidiyor ama hiç kimse ben gidiyorum demeye cesaret bulamıyor zihninde, dilinde, kalbinde… Oysa akıl inkâr etse de kalp “Başucu Taşı”na teşnedir daima… Göçmeyen yoktur! Mehmet Güngörmüş’ün kaleminden lirik anlatımla anımsatılmış gerçek:
“Yüzyılların birikimi olan değerlerini, ortak kültür ve sanat faaliyetleriyle beraber yürütebiliyor, beraber üretebiliyorlar… Bir arada olmanın, bir arada yaşamanın koşulu, Fatme nenemizin dediği gibi, sadece “sevgi ve saygı!”
“Yaşamın kendisi de hakikatli bir yolculuk!” demişlerdi…
Seneler geçti, ömürler bitti… Yolculuk bitmedi!
Fatmece ile Şaban aganın oğlu da, seneler sonra şimdi, bu satırları yazıyor, halince…
Nenelerinin, dedelerinin, büyüklerinin, seneler önce yaptıkları ‘hakikatli’ yolculuğunu…
Doğanın çok küçük parçası olduğumuzu unutmadan, doğaya saygının, aynı zamanda kendimize, insana, insanlığa saygı demek olduğunu bilerek…
Fatme nenemiz, en hakikatli yolculuğundayken, gızanlarının gözbebeklerine bakarak söyledikleriyle anarak bitirelim:
İnsanlar evinden yuvasından, Bağından barkından, toprağından, Koptu gızanım koptu, kopardılar… Anasından bubasından gardaşından, Çoluğundan, çocuğundan, canından oldu… Çocukluğundan, gadasından oldu. Bu harpler bir gün biterse, Belli ki biz göremeyeceğiz gızanım, Ama kalanlar sorsun, sormalı! Maldan mülkten vazgeçtim, Bunca kıyım, bunca kırım neden yapıldı? Peki ya, ölülerimizi n’apçaz?” (s. 245)
Romanın bitiş tümceleri Malatya’da, Doğanşehir kabristanında yatan Fatme nenenin sözleridir alıntıdakiler…
Yolculuk ölüm yitiklerine rağmen bitmemiştir göçmenlerin zihninde ve kalbinde. Bitmez! Evet, bitmeyen göç hali yeryüzünün; kaçış zinciridir ve oradan oraya uzanır… Buradan oraya, oradan buraya… Zincirli benlikler, yani tutsaklıklar özgürlükleri olanaksız kılmaktadır o koşullarda… Gökyüzü utanır mı durumdan? Utanır herhalde. Bunca işkenceye yıldızlar ağıt yakmaz mı? Yakar! Tüm gökyüzü gözyaşı döker… Peki, tiranlar utanır mı yaptığından; utanmaz! Tiranlar, açgözlü arsızlarıdır evrenin! Onlar zalimdir, katildir diye yazar insanlık tarihinin sayfalarında! Teri-kanı-feri sömürmekten usanmazlar. Talan asal işleridir. Yeryüzü yurttaşları ezilir pervasız kötülük hamleleri altında! Onların her türden zorbalığı, kazanmayı, daha da çok kazanmayı hedefler daima! Kanıksanan gerçek ne yazık ki hep ayı; kazanırlar!
Balkan Rüzgârları -Koşukavak’tan Karacabey’e sayfalarında insana dair duygular, düşünceler capcanlı anlatılmış. Dolaysız, çekincesiz, kesintisiz biçimde… Mehmet Güngörmüş’ün kahramanları, Rodoplu insanlar, kendine telkinde bulunur sık sık; “Kuşkuyu kenarda bırak, Korkuyu unut kenarda / Ölümü de kenara koy / Yürümene bak / Umut gelir ardından / Uzağa bak, çok çok uzaklara… Daha da uzaklara! Bak! Bakmayı ve görmeyi esirgeme kendinden!” mealindedir iç konuşmalar! Gözler değil bakışlar konuşur! Canı yanmış çocuğun bakışları başkadır… Sevgi(li) bulmuş genç bir kızın bakışları başka… Fidan aşılamış bir yaşlı bahçıvanın bakışları başka… Torununun başını okşamış bir nenenin bakışları da elbette başkadır. Tüm bu görüntü kareleri ile karşılaşabilir okurlar, Mehmet Güngörmüş’ün çizdiği yaşantı izlerinde. Koşukavak semalarındaki yıldızlarla konuşmuş Rodoplu insanlar, Karacabey üzerindeki yıldızlarla özdeşleşen yaşantılarını sindirmişlerdir içlerine. Onlar “Beni kara toprakta değil, hakikati anlamış insanların yüreklerinde arayın!” vasiyetini yerine getirenlerdir zira…
Karacabey – Bandırma taraflarındaki “Rüzgârgülleri” kime konuşur? Neyi anlatır? Gözler değil bakışlar algılar; bitmeyen göç zinciri oradan oraya denizden öteye, oradan her yere… Gökyüzü utandı herhalde bunca işkenceden… Yıldızlar kurdeşen döktü de tiranlar utanmadı, doymadı açgözlü tiranlar! Teri, kanı ve hayalleri, umutları sömürmekten doymadı, bıkmadı yağmalamaktan. Gökyüzünü, evreni, yurttaşlarını, insanlığı kârına katsa da doymaz tiranlar! İnsan celladıdırlar, dogma iştahı azdıkça, hile-yalan ve sahtekârlık fırsatları arttıkça haz delisine dönüşürler. Göçlerin, felaketlerin baş sorumlusudur tiranlar. Doymayan göz vicdansızlığı ve arsızlığıyla dizginlenmez hırsı sürüp gider… Mehmet Güngörmüş’ün Balkan Rüzgârları -Koşukavak’tan Karacabey’e adlı belgesel romanı, söz konusu soruna, evrensel, yerel ama aynı oranda insancıl ve toplumsal yaralara dikkat çekmekte. Tarihi içeriden algılamayı, ilk ağızdan kayda geçirmeyi yeğlemiş. Savaşsız, sömürüsüz barışçıl ve insancıl gelecek uğruna yol göstermiş: Saltanatı sorgula insanoğlu, kuşkuyu kalpten-akıldan ve ruhtan bırakma… Ölümü kenarda bırak ey insan evladı, korkuyu kenarda bırakma, umudu al yanına, uzağa bak, dinle; rüzgârgülleri neyi anlatır? Yıldızlar neyi anlatır, kavaklar, söğütler neyi anlatır? Yerküreyi kin ve kan gölüne çevirenleri hoş görme(!) diye haykırmakta adeta; mealen, iyilerin umudu ve yılmaz çabası bu dünyayı savunacaktır(!) demektedir. Evrensel değerler üstün ve haklı, insanın erdemi ve emeği güçlüdür daima!
Onca kötülüğe ve karamsarlığa rağmen dünyevi sorumluluktan vazgeçmemek gerekir. Belgesel roman, Balkan Rüzgârları -Koşukavak’tan Karacabey’e sayfalarında zihinlerini ilerletecek okurlar, Mehmet Güngörmüş’ün göç karakterleri sayesinde iyimserliği ve sevgiyi de tanıyacaklardır. “Bir arada olmanın, bir arada yaşamanın koşulu, Fatme nenemizin dediği gibi, sadece “sevgi ve saygı!” ister çünkü. Kim bilir belki de onu anımsayacak, geçmişlerinden hüzün ve sevinç anları damıtacaklardır… Okunanlardan ömür sızıntıları yağar çünkü belleklere! Balkan Rüzgârları, “Barış Rüzgârları”na dönüşmüş halde sürüp gitsin yeter ki… Geriye sadece Balkan Rüzgârları -Koşukavak’tan Karacabey’e- yolculuğunun sayfalarına bakmak kalıyor! Buyurun okumaya! Buyurun! Tüm iyi dilekler kitaplardadır!
Mudanya, 2 Ekim 2022, Pazar – Eğridere (Ardino) 9 Temmuz 2023 Pazar