Yazılı sermaye hazinemize yeni bir inci eklendi. Elime geçen ilk 30 kitabı en başta o an birlikte bulunduğumuz dernekçi arkadaşlara ve diğer dostlara hemen dağıttım. Bulgarların deyimine göre, “sıcak ekmek gibi gitti”. Rusçuk’taki Avangard Print Yayınevi’nce basılan 300 sayfalık 16/70x 100 ebatında ve Kırklar Sofrasından İrfan Sohbetleri başlıklı bir eser söz konusu. Büyük bir zevkle editörlüğünü yaptığım kitabı derleyen, daha önceki derlemelerinden tanıdığınız Veysel Bayram, önsözü de yazmamı rica edince, aşağıdaki sözleri kaleme aldım. Somuta inip bir tür çok kısa özetini çıkarmaya çalışarak kitabı tanıtmayı da denedim.
İşte o önsöz:
Bu kitabı elinize alıp okumaya başladığınıza göre, mutlaka bilgiye meraklı, yeniliğe açık, aydın ve iyi niyetli biri olmalısınız. Buna inanarak sizleri ta baştan kutlarım. Kitabı derleyen Veysel Bayram beyefendiyi de bu girişiminden ötürü özel olarak kutlarım. Kendileri geçen yıl yayınlanan ilk derlemesi olan Alevilik-Bektaşilikte Kavramlar ve Deyimler Sözlüğü’nden sonra, şimdi de bu yeni, değerli derlemesini bizlere sunuyor. Böylece, özellikle Bulgaristan’da Alevilik-Bektaşilik tarihi, gelenekleri ve uygulamaları hakkında günümüz açısından inceleme ve irdelemeleri içeren eser boşluğunu doldurma girişimlerine önemli katkıda bulunuyor.
Kitap, konunun ehli saygın uzmanların kaleminden 14 yazıyı içeriyor. Bu yazılar aslında Bulgaristan’da, özel olarak ülkenin kuzeydoğu kesiminde, 2011-2014 yıllarında, sayın Veysel Bayram’ın başkanı bulunduğu, Hazergrad (Razgrad) yerleşimli CEM Derneği tarafından düzenlenen konferans, sempozyum ve panellerde sunum olarak okunmuş, büyük ilgi görmüştü. Ama bunların bir kitap halinde çok daha geniş bir kitleye ulaşması, ayrı bir değer taşıyor elbet. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, söz konusu etkinlikler Bulgaristan Türkleri ve Adım Adım Türkiye Projesi çerçevesinde gerçekleştirildi. Projeye dahil, önce 5, sonra 7 ve nihayet 9 kültür derneğinden birinin başkanı olarak katıldığım bahis konusu etkinliklerin önemini özellikle belirtmeliyim. Bu proje dahilinde 30’un üzerinde, büyük ihtiyaç duyulan konularda, kapsamlı ve kayda değer kültürel etkinlik düzenlendi.
Alevi-Bektaşi felsefesini, yaşam tarzı, gelenek ve törelerini bir bütün olarak değerlendirmek, aralarındaki düşünsel bağları ve uygulamadaki süregenliği irdelemek, tüm bunları belgeleriyle doğru bir şekilde ortaya koymak, hiç de kolay değildir. Hele bir tek kitapta bunu başarmak mümkün olmasa gerek. Bu konular yüzyıllardır değişik yönlerden, farklı bakış açılarından işlenegelmiştir. Ancak fikir kargaşası, kavram hataları, zaman zaman değişik kavgalara, mantık dışı algılamalara, gizli ve açık baskı uygulamalarına sebep olmuştur. Sayın Veysel Bayram’ın geçen yıl okurlarına sunduğu kavramlar ve deyimler sözlüğünden sonra Alevi-Bektaşiliğin ana konularını irdeleyen ikinci derlemesi, özellikle Bulgaristan’da uzun yıllar görülen yetersizliklerin üzerine bilgi ve belge ışığı tutuyor. Kitapta işlenen konular arasında bence yedi ana konu ön plana çıkıyor: Semah, Kurban, Musahiplik, Aşıklık, Kızılbaşlık, Zâkirlik ve Kadın.
Günümüzde maalesef semahın yer yer şova çevrildiğine tanık oluyoruz. Oysa kitapta vurgulandığı üzere aslında semah, Hacı Bektaş Veli’nin tespitiyle; “Ariflerin aleti, Muhiplerin ibadeti, Taliplerin maksududur. Hakka ki, bizim Semahımız oyun değildir, ilahi bir sırdır, mecazi değildir.” Semah Cem’de dönülür. Dönmek hiçbir şeyin durmadığını, hareket edip değiştiğini sembolize eder. Yüzün üzerinde semah çeşidi vardır, ama hepsi için geçerli olan, duyguların, ruhun uçuş ve geri dönüşünü sembolize etmesidir.
Kitapta, Bulgaristan’da ve özellikle Deliorman’da Alevi-Bektaşilerin geleneklerinde kurban konusuna önem verildiği görülüyor, kurban çeşitleri üzerinde ayrıntılı bir şekilde duruluyor. Alevi-Bektaşiler arasında kanlı ve kansız olmak üzere ikiye ayrılan kurban sunumunun, aynı dine mensup Sünni topluluklara göre, çok farklı ritüelleri içerdiği anlatılıyor. Bu da okuru, İslamiyet’e dayalı olarak yerine getirilen kurban sunumunun, içindeki farklı birçok ritüeliyle İslam öncesi eski Türk kültür ve inançlarının izlerini taşıdığı görüşüne götürdüğü belirtiliyor. Geçmişten günümüze Amucalarda kurban gelenekleri anlatılıyor. Alevi ve Bektaşilerin, geleneğe göre, ikrar verdiği gün, yani yola gireceği gün nefsinden arınmayı sembolize etmek için kurban tığladığı, o günden itibaren yeni bir hayata başlamış olacağı ifade ediliyor.
Elinizdeki derlemede, Diyarbakır ve çevresinde yerleşik Alevi Türkmenlerin Alevilik kurumları arasında yer alan, yol ve tarikat içerisinde evli iki aile arasında yapılan musahiplik cemi de ele alınıyor. Genel olarak Alevilik erkânı içerisinde musahiplik bulunmasına karşın, bütün toplulukların uygulamaları arasındaki farklılıklara işaret edilerek, musahipliğin Alevi-Bektaşi irfanının son mertebesi olan hakikate işaret ettiği vurgulanıyor.
Bilindiği üzere, aşık geleneği Türk kökenli milletlerin müziğe ve şiire duyduğu sevgisinin en belirgin örneğidir. Derlemedeki ilgili araştırma yazısında, müzik ve şiirle çok yakın ruhsal ve düşünsel bağlılık içinde bulunan Alevi-Bektaşi edebiyatının onlarla meydana geldiği hatırlatılarak, bu edebiyatın Alevi-Bektaşi topluluklarının öz edebiyatı olduğunun altı çiziliyor. Aşık geleneğinin, bu toplulukların hem dini görüşlerini, hem de dünya bakışını dile getirmesi bakımından taşıdığı öneme işaret ediliyor.
Kitapta önemle üzerinde durulan gerçeklerden biri de, halihazırdaki mevcut haliyle Alevilik-Bektaşiliğin temelinde Bektaşilik ve Kızılbaşlık gibi iki ana damarın bulunduğu olgusudur. İlgili araştırmada Bektaşilik, “Ahmet Yesevi’nin temellerini attığı, ahlak temelli İslam anlayışının Yesevilik doğrultusunda, Anadolu’da çiçeklenmesi ile ortaya çıkan bir Türk Tasavvuf ekolü” olarak nitelenirken, Kızılbaşlık, “Şeyh Safiyyüddin’in temelini attığı Erdebil’deki Safevi Dergahı’na mensup olan Türklerin 16. asırda övünerek kullandıkları bir sıfat” olarak niteleniyor. Kızılbaş adının, bir gurubu ifade etmek üzere Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar zamanında kullanılmaya başlanmış olduğu hatırlatılarak, “Kızılbaş demek, Türk demektir. Kızılbaş demek Erdebil/Safevi Tekkesi’ne mensup olmak demektir” deniyor.
Kitaptaki araştırma yazılarının birinde “Yaklaşık bin yıl boyunca bir imbikten süzülerek günümüze kadar gelmiş açık, anlaşılır bir öğreti” olan Alevi-Bektaşi kültür zenginliğinin başlıca sorunu şöyle ifade ediliyor: “Sorun Alevi ve Bektaşilerin onu hakkıyla yaşayamamaları ve başkalarına anlatamamalarıdır. Diğer inanç gruplarının ise ön yargıları sebebiyle Aleviliği ve Bektaşiliği kaynağından ve olduğu gibi bütün gerçekliği ile anlayamamalarıdır”. Elbette ki, bu önemli bir saptamadır ve üstesinden gelinmesi gereken hayli görevin bulunduğuna işaret etmektedir.
Bulgaristan vatandaşı olarak bizler Deliorman’da nefeslerin ve zakirliğin Alevi-Bektaşi kültüründe önemli yer aldığını bilmekle birlikte, bunun kitapta özel bir araştırmaya konu olarak derinlemesine irdelenmesini değerli bir olgu olarak kabul etmeliyiz. Çünkü Alevi-Bektaşi geleneğinde zâkir, şiir ve müzik geleneğinin devamcısı ve taşıyıcısıdır. Deliorman’da bu topluluğun kadınları tarafından nefes söylenmesi, bölgenin özelliklerinden biridir.
Bilinen ve yaygın olan görüşlerden biri de, Alevi-Bektaşi kültüründe mistik felsefede olduğu kadar, toplumsal yaşamda da cinsiyet ayrımı yapılmadığı, merkezi konumda insanın bulunduğudur. Bu bağlamda kitaptaki ilgili yazılarda, Alevilik-Bektaşiliğin dini ritüellerinin en belirgin unsuru olarak, erkeklerle kadınların ibadetleri beraber uygulamaları üzerinde durulmakta, bu konuda ayrıntılı ve belgeli bilgiler verilmektedir. “Tanrının önünde insanlar kadın veya erkek olarak değil, Can olarak karşıya çıkmaktadır. Bu anlamda Alevi-Bektaşiler dini ibadete kendi cinsel özelliklerinden sıyrılarak Yüce İnsan rolünde adım atmaktadırlar” denmektedir. Şöyle ki, Alevi-Bektaşi anlayışta kadın bir bütünün eşit bir parçası olarak değerlendirilmekte, insanın Âdem ve Havva adıyla iki ayrı cinsiyette yaratılırken, ortak bir nefisten var kılındığı kabul edilmektedir.
Görüldüğü üzere, sayın Veysel Bayram’ın şu derlemesindeki bilgi ve ifadelerden verdiğim kısa örnekler bile, kitabın yalnız konuyla özel olarak ilgilenenler açısından değil, her aydın kişi açısından da değerli bir bilimsel eser arzetmesi gerektiğini ortaya koymaya yetip artıyor bile.
Rüstem Aziz