Bağlantı haritası Anasayfa » Civan Aliş’in romanı da yazıldı

Civan Aliş’in romanı da yazıldı

Yazar: İsa Cebeci

“Görmedin mi Civan Aliş’imi Tuna Boyunda” dizesiyle belleklerimize oyulmuş olan ağıt türkünün kahramanı Aliş, şiirlerde sık sık anılırken bir de roman konusu oldu. Haziran 2013 yılında Konya’da DİZGİ OFSET tarafından basılıp yayınlandı. Grafik ve tasarımı Sunay Kahraman’a ait olan, Önsöz ile birlikte 240 sayfayı bulan bu güzel eseri yazan ise Aliş’in köydeşi Yusuf Ahmet Taşkın Beydir. Kitabın üst kapağında Osmanlı kıyafeti, elde silâhı, belde kuşağı ile Aliş’i görüyoruz. Arka kapakta ise yazar Yusuf Ahmet’in fotoğrafı ile Deliorman’ı ve insanlarını tanıtan bir sayfalık yazısı var.

Civan Aliş romanı, hemşerimizin “Aşk ve Gurur”dan sonra ikinci romanı ve sekizinci kitabıdır. Kapak üzerine “roman” ibaresi konmamış olmasına rağmen, okuduktan sonra bunun çok güzel bir tarihî-sosyal ve töresel roman olduğu anlaşılmaktadır. Birçok türkünün hikâyesi olduğu gibi “Alişim” türküsünün de kuşkusuz bir hikâyesi var. Daha önce onu kısaca da olsa Ağmaçköy doğumlu Mehmet Arslan Cumalı yazmış, biz de Rumeli dergisinde yayınlamıştık. Mehmet’in annesi de Ağmaçköy’e Yunus Abdal köyünden gelin gelmiş. Civan Aliş’in eşi Hafız Fatma’dan ders almıştır. Mehmet Arslan annesinden öğrendiklerine göre Aliş’in öyküsünü yazmıştı. Oysa Yunus Abdal doğumlu Yusuf Ahmet, türkü kahramanı Civan Aliş’i Roman türüyle daha geniş bir tablo ve kadro içinde anlatmıştır.

Yazarımıza bu fikri kim vermiştir ve roman nasıl kaleme alınmıştır. Romanın önsözünde yazar şöyle diyor: “Ben, Aliş’in köyünde doğdum. 1974’te, benim ortaokuldan Türkçe öğretmenim (1948-1949) bana geldi. Ben ara sıra kısa hikâyeler yazıyordum. Aliş’i yazmamı rica etti. On gün kadar yaşlılarla görüştük. Seksenden yukarı, Alişle görüşmüş kişilerle konuştuk. Bir yıl sonra öğretmeni Ahmet Hezarfen gene geldi. Ona Aliş’i anlatan 120 sayfalık bir nuvel verdim. İstanbul’da yayınlayacaktı. Dergi basılan yer yakılmış… Benim yazım da kül olmuş.

Öğretmenim beni Konya Karapınar’da da buldu. Yine Aliş’ten bahsettik. Ben otuz saat derse giriyordum. Aliş’i yazmaya zamanım yoktu. .. 2004 yılında Beykoz’da kendisini ziyaret ettim. İki gün yine Aliş’i tartıştık. Ve ben yaşanan olayları, birikimleri nihayet kâğıda döktüm. Kahramanların çoğu gerçek kişilerdir. Onların oğulları ve torunlarıyla aynı köyde uzun yıllar yaşadım. Hacı Halil anamın dedesidir. Hacı Ahmet de babamın dedesinin kardeşidir. “ (s. 3)

Romanın konusu, Civan Ali’in aşkları ve serüvenleriyle birlikte 1877/1878 Rus-Türk Savaşı sonrasında Yunus Abdal köyü ve çevresindeki köylerden hayat kesitleri ve oralara yerleşen Bulgarlarla Deliorman Türkleri arasındaki husumet ve kavgalardır. Ayrıca Türk göçlerine de değinilmiştir. Olaylar zaman zaman yöre dışına çıkmakta, Trakya ve Balkanlara sıçramakta, Bulgaristan’ın Dobruca, Aytos ve Provadı taraflarında da cereyan etmektedir. Osmanlı yönetiminin yıkılmasıyla ve Rus işgal güçlerinin teşvikiyle Deliorman’da birçok Türk köyüne Bulgar sakinler gönderilmiş, Müslümanların domuzlara karşı alerjisinden ve inancından da yararlanılmıştır. Böylece Deliorman bölgesinde zamanın sosyal ve ekonomik gelişmeleri ve koşulları da romanda yankısını bulmuştur.

Şimdiye kadar Bulgaristan Türkleri Edebiyatında az işlenmiş olan bu dönem hakkında yazarımız önsözde şöyle demiş: Balkanlar, asırlardan beri kaynar. Hele 93 Harbi dedikleri Rus-Türk Muharebesi, Plevne’nin düşüşü ve Balkanların kaybedilmesi, Osmanlı’nın çöküşünün en acı sonuçlarından birisidir. Gayri Müslimlerin birikmiş kini, Bulgaristan Türk’ünün üzerine bir kâbus gibi çullanacak, çalışkan, çileli ve yurdu için nice evlâtlarını kaybetmiş Deliorman insanımızın korkulu yılları başlayacaktır. Yarının belirsizliği, insanlarımızı giderek yurdundan edecektir…” (s.3)

OLAYLAR DİZİSİ:
İlk olaylar, Yunus Abdal köyüne yakın olan Mecidiye köyünde başlamaktadır. Bu köy diğer köylere göre oldukça yeni olup 1829 yılında Silistre savunmasına katılan Ahmet Çavuş’a tımar olarak verilmiştir. Ahmet Çavuş buraya 40 tanıdığıyla yerleşmiş, komşu köylerle nikâh alış verişi yapılarak içli dışlı olmuştur. Köyün etrafı gür ormanlarla ve verimli topraklarla sarılıdır. Bol sulu kaynakları vardır. 1878 yılında Plevne savaşının yenilgiyle sonuçlanması ve yeni Bulgar iktidarının da buralara Bulgar göçmenler göndermesi, yerleşik Türklerin huzurunu bozmuştur. Bir Bulgar, kendinin Rusçuk jandarması tarafından gönderildiğini, yeni muhtar olduğunu söyleyip köyün eski muhtarı Ahmet Çavuş’tan mührü istemeye gelmiştir. Ahmet ise ona mührü vermemektedir.

Muhtar adayı, gerisin geriye dönerken ormanda bekleyen Bulgar arkadaşlarıyla buluşup durumu bildirir. Öfkeli Bulgarlar küfürler savurarak uzaklaşırlar, ama köyü bir telaş almıştır zira bütün etraf köylere Bulgarlar yerleşmektedir. Onlar, Mecidiye köyüne de yerleşmek isterler. Bulgar baskısı devam eder. Bir gün üç atlı birden gelip Ahmet Çavuş’un karşısına dikilirler. Meramları illâ da muhtarlık mührünü almak. Ahmet Çavuş yine direnir, mührü vermez. Bir hafta sonra geceleyin Ahmet Çavuş’un evi basılır. Baskıncılar Çilingir Rayko, Bakkal Grozdan, Tabakçı Yordan, Celepçi Atanas olmak üzere 4 kişidirler. Köpeği öldürüp eve dalarlar. Ahmet Çavuş’u yakalayıp, kuşağıyla bağlarlar ve Kilise Ormanına götürürler. Razı edemeyince yüzünü ateşe sokup eziyet ederler. Alişle Kâmil, bu olaya tesadüfen tanık olurlar ve köye haber verirler. Köylüler geldiklerinde Ahmet Çavuşu baygın halde Kemal’in at arabasında bulurlar. Bu olaydan sonra çok uzamaz, Ahmet Çavuş ölür.

Aliş, Hacı Halil Ağa’nın atlarına ve mandalarına bakar. Bir gün Mecidiye köye yakın olan sıvatta ağnamakta olan mandalardan biri boğasak olduğu için sıvattan fırlamış ve var gücüyle koşmaya başlamış. Aliş de atıyla arkasından koşmuş. Ormandan çıkarken azgın manda ateşte kebap pişiren Mecidiyeli üç beş Bulgar’ın üstüne yürümüş. “İşte kebaplık” deyip mandayı vurmuşlar. Aliş de kaş göz arasında ucunda demir parçaları bulunan kamçısıyla bunlardan ikisini yaralamış. Birinin burnu kırılmış, diğerinin de dişleri. Arkasından ateş edilmiş, atı ağır, kendisi ise hafif yaralanmış. Orman içinde at düşüp ölmüş. Aliş ise izini kaybettirip canını kurtarmış. Bulgarlar, onun kim olduğunu anlayamamışlar. Olaydan birkaç gün sonra Yunus Abdal’dan bir heyet manda ve atın sahibi Hacı Halil başta olmak üzere Mecidiye köyüne at ve mandanın bedelini istemeye giderler. Bulgarlar, bedel ödemeye yanaşmadıkları gibi, kırılan dört dişle bir de burnun bedelini istemişler. Üstelik Hacı Halil Ağaya “hak değirmende” diyerek dalga geçmişlerdir.

Bu arada Hacı Halil Ağanın kızı Sadife’ye abayı yakan Aliş’in morali iyice sıfırlanmıştır. Bir taraftan yaraladığı Bulgarların hışmına uğramaktan, diğer taraftan da çorbacısı Hacı Halil’in ölen atla mandanın diyetini Bulgarlardan alamayınca, kendisinden isteyeceğinden korkmaktadır. Diğer yandan Sadife Aliş’i sevmektedir ve Aliş’in dünür göndermesini istemektedir. İkisi de birbirilerini çok sevdikleri halde kız babası Halil ağa dünürlere “ben bir mandayı koruyamayan, atımı telef ettiren oğlana kız vermem” deyip dünürleri ters yüz eder. Aliş’in gönlü bu cevaptan büyük yara alır. Sadife’yi bir daha isterler ama nafile. Çok geçmeden köyün birinci zengini Halil Ağanın kızı Sadife, köyün ikinci zengini Çapraz Hüseyin’in oğluna nişanlanır.

Diğer taraftan Karaarnavut köyü bakkalı Grozdan, Yunus Abdal köyünden müşterilerinin azaldığını sezer. Bunun sebebini gidip yerinde araştırır ve ora bakkalına Aliş’in Silistre, Aydemir’den mal getirdiğini öğrenir. O da Aliş’e düşman kesilir. Aliş’in babası Karaalilerin Mehmet, oğlunu bekleyen tehlikelerin farkındadır ve onu gece yolculuğu yapmaması, yola yalnız çıkmaması, her vakit tetikte olması konularında uyarır. Bu arada Alişle beraber mal almaya giden Kırgöz Ali, ticarete atılan Deli Mehmet, Kıroğlu İsmail yeni yeni palazlanmakta ve eski zenginlerin dikkatlerini çekmekte, düşmanlıklarını da kazanmaktadırlar. Daha önceleri Çapraz Hüseyin’in koyunlarını güden Deli Mehmetle Çapraz arasında anlaşmazlık vardır. Çapraz Hüseyin ona çobanlık yapan Deli Mehmet’in hakkını vermemiştir ama kızı Selime’yi ona vermek istemektedir. Deli Mehmet bunu şiddetle reddeder. Çapraz Hüseyin yeni palazlanan bu gençlere kızıyor çobanbaşı olarak Aliş’i görüyor ve onun yolunu kesmeyi dahi planlıyor.

Lâkin Çapraz Hüseyin harekete geçmeden önce, Dişsiz Petre, Bakkal Grozdan ve Karaarnavut korucusu orman içinde Aliş’in yolunu kesmişler ve onu feci şekilde dövmüşler. Kaburga kemiklerinden bazılarını ve bir bacağını kırmışlardır. Arkadan gelmekte olan yol arkadaşı Kırkgöz Ali yetişmiş ve Aliş’i yara bere içinde eve getirmiş. Aliş’i hemen koyun derilerine sararak tedaviye başlamışlar. Bakkala mal getirme işini arkadaşı Deli Mehmetle Aliş’in kardeşi Amiş sürdürmüş. Aliş 4-5 ay boyunca kırıkların bitişmesini beklemek zorunda kalmış. Sağlığına kavuşunca tekrar ticaret işine koyulur.

Bir akşam handa elli yaşlarındaki Talip ağa ile tavla oynamaya başlarlar. Aliş, karşısındakinin ağa ve tavla ustası olduğunu bilmez. Onu bir güzel mağlûp eder. Ağa yenilmeye alışık olmadığı için Aliş’e iki ağır tokat atar. Ve kahvelerin de bedelini ödemeden çıkıp gider. Çevredekiler gelip Aliş’e Talip Ağa’nın yörenin en zengini olduğunu ve yenmemesi gerektiğini fısıldarlar. Bu olay, Aliş’in çok ağrısına gitmiş ve ağayı öç alınacaklar listesine kaydetmiştir.

Aliş’in işleri tam yoluna girmişken, bir akşam Çapraz Hüseyin’in samanlığı yakılır. Bu yangında Çapraz’ın birkaç koyunu ile kızı Selime de yanar. Köyün ihtiyar heyeti toplanır ve soruşturma yapılır. Çapraz Hüseyin, samanlığı kundaklayanın Deli Mehmet olduğunu bilir ancak Aliş’i onun akıl hocası olarak görür ve ticarette yükselişini hazmedemez. Hele hele düğünde onun damat oğlunu rezil etmesi hiç aklından çıkmaz. İki yalancı şahitle Aliş’in kundakçı olduğunu “ispatlar”. Böylece Aliş, Razgrat hapishanesine düşer. Aliş’in suçsuzluğu Tabakçı Turgut Usta vasıtasıyla Hapishane gardiyanlarından birine bildirilir ve rüşvet verilerek kaçırılmasını isterler. Kışın hüküm sürdüğü bir havada Rusçuk şehrine götürülürken mahpus arabası kürtüne saplanır ve Aliş de bundan yararlanıp kaçmayı başarır. Belli bir süre Kalava köyündeki dostunun evinde gizlenir.

Aliş’in hapisten firar ettiği Yunus Abdal civarında hemen duyulmuştur. Dişsiz Petre ile Çilingir Rayko ve korucular onu her yerde aramaktadır. Aliş, köyünün yakınlarına gelip Deli Mehmetle buluşmuş, hep birlikte Tuna’ya doğru hareket etmişler. Oralarda bir bağ evine sığınmışlar ve Kırımlı bir asker kaçağı ile tanışmışlar. Kaçak, Nizam adında Bahçesaraylı bir Kırım Tatarıdır ve Rus zulmünden kaçmıştır. Buralarda ticarete atılmış çok uyanık ve zeki bir kişidir. Tuna’da balıkçılık yapan arkadaşları vardır. Onlar vasıtasıyla Aliş ve Mehmet’in Romanya’ya geçmelerini sağlar. Kaçaklar, kısa zamanda Köstence’ye ulaşırlar ve vapurla Türkiye’ye giderler.

Alişler Karadeniz’de yolculuk ederken köyünde onu yakalamak için süzen avı yapılır. Jandarmaya Dişsiz Petre, Bakkal Grozdan, Çilingir gibi Bulgarlarla Çapraz Hüseyin de katılır. Aliş’in arkadaşlarından Kırgöz Ali de köyde yoktur. Onun Provadı tarafına gidip bir köyde evlendiğini ve değirmencilik yaptığını da bilen yoktur. Aliş’in akranı ve çok yakın dostu olan Falcı Recep, Bürüncük Emineyle evlenmiş, Musa dedeye iç güveyisi olmuştur. Bir kına gecesi yapılarak düğün âdeti yerine getirilmiştir. Falcı Recep, kendi düğününde ilk defa “Aliş’imin Kaşleri Kare aman” türküsünü sazıyla ve cırtlak sesiyle söylemiştir.* Daha sonra bu ağıtı Aliş’in hanımı Hafız Fatma Hanım da öğrenip yıllarca mevlitlerde ve meclislerde yanık sesiyle söyleyip dinleyenleri ağlatacaktır.

Vapurla İstanbul’a vasıl olan Alişle Deli Mehmet, Unkapanı’nda bir takım eşkıyalarla buluşup tanışırlar ve onların grubuna dahil edilirler. Kendilerine şöyle denir: “Gayrık bizimlesiniz ay aslanlar! Ölmek var, dönmek yok! Sizi iyi birer atıcı, birer çevik koşucu, gece vuran, gündüz kaçan yiğitlerden yapacağız…” Gerçekten de 8 yıl boyunca Türk şakileriyle Trakya’da, Rodoplar’da, Istranca’ da Bulgar haydutlarıyla cenk ederler, göç yollarında göçmen Türklere musallat olan birçok Bulgar çetesini çökertirler. Bu işin ustası olurlar. Ev ve sıla özlemi canlarını yaktıkça onlara kötülük yapmış olanlara karşı öç duygusu kabardıkça kabarır. Ve bir gün Istranca ormanlarından Bulgaristan’a sarkarlar. Aytos ve Şumnu üzerinden Deliorman’a ve kendi ormanlarına girerler.

Artık yıllar geçmiş, Aliş, unutulmaya yüz tutmuşlardır. Onlarsa daha kuzeye giderek Aydemir yakınlarındaki Kayıkçı Nizam’a ulaşıp at bulmasını isterler. Akşamüstü atlar getirilir. Nizam, yanlarına nevale de koyar. Bir buçuk günde sıla ormanlarına ulaşırlar ve tarlada çalışan bir köydeşleriyle buluşup kardeşi Amiş’e ve babasına haber gönderirler. Buluşmalar ormanda olur. Amişle birlikte İbo Çavuş da gelmiştir. Amiş’e yengesini ve çocuklarını Alıp Türkiye’ye göçmesini teklif eder. Amiş razı olur. Oralarda birkaç gün daha kalarak dostu Falcı (sazcı) Receple de buluşur. Bulgarlar onun da 2 besili danasını çalmışlardır. O da öç alma niyetindedir. Amiş’in göç işi 2 ay zarfında gerçekleşir. Anne ile baba burada kalırlar. Falcı Recep de Aliş’e katılır. Artık üç eşkıya olurlar. Hep beraber gezip onlara kötülük yapanların cezalarını vereceklerdir. İlk olarak Talip Ağa’yı akşam yemeğinde yakalarlar. Yunus Abdal yakınındaki Domuz Ormanı’na götürürler. Sorgularlar. Biraz eziyetten sonra bir kulağını ve bir de burnunun etli kısmını kesip, evine gönderir.

Sıradaki kişi, Aliş’i haksız yere hapse attıran Çapraz Hüseyin’dir. Onu bir gece sabah namazı öncesinde evinde yakalarlar ve başına heybe geçirip uzaklaşırlar. Çapraz’ın ağzı bezle tıkalı, kolları da köpek zinciriyle bağlı olduğu halde Kocakoru’ya götürürler. Orada Aliş onu sorgular, yaptığı pislikleri yüzüne vurur, sonra da kızgın kamasıyla yüzüne çiziler çizer, alnına da haç. Kızgın kılıcıyla da göğsüne ve sırtına haçlar çizer zira o bir kefereden daha kalleş ve acımasızdır. Sonra zincirle iki ayağını ve bir elini de ayaklarına bağlayıp serbest bırakırlar.

Sıra Aliş ve arkadaşlarını yakalama hevesinde olan haydut Bulgarlara gelir. Bunların başında Razgratlı Çilingir Rayko ile Karaarnavutlu Bakkal Grozdan vardır. Çilingir’i bir akşamüstü Kilise korusunda kuzu butu yiyip Grozdan’ı beklerken yakalarlar. Şarapanlık Kulağı’na götürüp başını keserler. Sonra da Karaarnavut bakkalı Grozdan’ı akşam karanlığında dükkânda yakalarlar. Oracıkta boynunu burup, dükkânını ateşe verirler. Acil olarak Topalköy üzerinden Dobruca’ya yönelirler. Orada Kurtpınar civarında bir süre gizlendikten sonra Anadolu’ya geçmektir niyetleri. Ancak Kurtpınar yöresinde altın zengini olan Hacı Haşmet’ten para isteyince sert kayaya çarparlar. Hacı, taş ocağında çalıştırdığı ustaların da bir ay boyunca yevmiyelerini ödememiştir. Bunu da bahane ederek Hacı’yı sıkıştırırlar. Aliş söz anlamayan cimri hacıyı şah damarını keserek halleder.

Artık kritik duruma düşmüşlerdir. Kurtpınarı yakınlarındaki Köste ormanına gizlenirler. Devlet Aliş’in başı için 300 Osmanlı altını, diğerlerinin başları için de 50’şer altın ödül koymuştur. Artık sadece jandarmanın değil, birçok haydudun da iştahı kabarmıştır. Etraflarındaki çember gittikçe daralır. Üç arkadaş çemberi yarmak için Aydos dağlarına yönelirler ve Köprüköy’ değirmenine sığınırlar. Orada çalışan köydeşleri İsmail Kıroğlu, onları tanır ve gizlenmeleri için yardımcı olurlar. Tam da o sırada Çavgalar denen Bulgar haydut çetesi, Büyük Kamçı boyunda bulunana Köprüköylü Çakır Pehlivan’ın evinde misafir olup, kuzu ziyafeti çekecektir. En kötüsü de Çakır’ın gelini veya kızı bunlara hizmet edip oynayacak ve altınları da onlara hediye etmesi istenecektir.

Aliş ve adamları hemen bir plan yapıp pusuya yatarlar. Eğlence başlamıştır. Sarhoşladıkları bir anda üç Türk eşkıya, Bulgarlara saldırır, kimini silahla, kimisini de kama ile hallederler. Komitaların para dolu çantalarını alıp Çakır Pehlivan’ın atlarıyla Aytos dağlarına doğru sürerler. Jandarmalar köye gelip durumları anladıktan sonra takibe başlarlar. Yerler karla örtülüdür. Bir ara Aliş’in atı önlerinden geçen bir yaban domuzuna çarpıp tökezler. Aliş ölümcül yara almıştır. Yakınında bulunan Falcı Recep dostunun eline kamayı verir ve şah damarını kesmesini ve başını bir torbaya koyup İnegöl’deki ailesine götürmesini rica eder. Recep bu işe yanaşamaz. İyi ki ölümcül yara onu bitirmiştir. Recep artık başı gövdeden ayırır ve sazını taşıdığı torbaya koyar. Artık geriden gelip takipçileri şaşırtmaya çalışan Deli Mehmet de gelmiştir. Takipçilerin silah sesleri de yakınlarda duyulmaktadır. Falcı Recep, Aliş’in bir dizi altınını ve silahlarını Aliş’in kardeşine ulaştırmak üzere atını Türkiye’ye doğru sürer.

Takipçilerin arasında Dişsiz Petre de bulunmaktadır. Jandarma da geldiğinde Aliş’in cesedini bulduklarına sevinirler ama sevinçleri kısa zamanda kursaklarında kalır. Aliş’in başı ortada yoktur. İşte buna çok üzülürler, zira şakilerin başları için konan ödülleri kimse alamayacaktır. Ama ağır yaralanmış yaban domuzunu görünce yine de sevinirler. Onu parçalayıp ziyafet çekerler. Aliş’in cesedini bir at üstüne koyup Osmanpazarı’na götürürler. Kırkgöz Ali ile Kıroğlu İsmail gece yarısı Aliş’in cesedini bir başka ata bindirip yoğun kar yağışı altında Yunus Abdal köyünün Yeni Mezarlığına gömmüşlerdir. Aliş’in baş düşmanlarından bir olan Dişsiz Petre’yi de avlanırken yaralı bir yaban domuzu gelip parçalamıştır. Tıpkı masallardaki gibi kötülük yapanların tamamı cezalarını çekmişlerdir.

ROMANDAKİ KİŞİLER:
Civan Aliş’ romanının oldukça geniş sima kadrosu vardır. Kişilerin sayısı 60 dolayındadır. Yazarın da belirttiği gibi onların büyük çoğunluğu gerçek kişilerdir ve yazar Yusuf Ahmet, bu kişilerin çocukları ve torunlarıyla aynı köyde yaşamış, yaşantılarına ortak olmuştur. Edebiyat eleştirmenleri genelde roman kişilerini olumlu ve olumsuz tipler adları altında iki gruba ayırırlar. Biz de geleneğe uyarak onları iki gruba ayırıyoruz:

1. Olumlu veya sempatik tipler. Kitabı okuma sürecinde okuyucu, hiç farkında olmadan bazı kişileri daha sevimli buluyor. Civan Aliş romanındaki olumlu kişileri şöyle sıralayabiliriz: Aliş, babası Karaalilerin Mehmet, Aliş’in annesi, kardeşi Amiş, Aliş’in eşi Hafız Fatma, Aliş’in çocukluk arkadaşları Deli Mehmet, Falcı Recep, Kıroğlu İsmail, Kırkgöz Ali, Kırımlı Nizam, Muhtar Ahmet çavuş, Kula Yusuf, Muhtar Tatar Hamit, Tatar Halit, Musa Usta, Razgratlı Tabakçı Turgut, Zarfen Dede, Derviş Dede, Bürüncük Emine, Şerife Nine, Musa Dayı, Sepetçi Ramadan, Gazanfer Dede, Kâmil, Talip Ağa Candar Hasan, İbo Çavuş, Şerif Ağa, Kalavalı Mandacı Ragıp, Kantar Rasim, Değirmenci Raşit v.s.

2. Olumsuz Kişiler: Hacı Halil Ağa, Çapraz Hüseyin, Çilingir Rayko, Celepçi Atanas, Tabakçı Yordan, Dişsiz Petre, Talip Ağa, Dobrucalı Hacı Haşmet, Bakkal Grozdan, Muhtar Angel Mutaf, Haydut Stoyço, Bulgar eşkıyalar, Jandarmalar.

Romanın başkahramanı Civan Aliş’tir. Romandaki bütün olaylar onunla ilişkilidir. O, fakir bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak Yunus Abdal köyünün en zengini olan Hacı Halil Ağanın hayvanlarına bakmaktadır. Daha çocuk yaşta başına kötü olaylar gelmiştir. O yaşta haksızlıklara karşı koyamadığı için intikam ve kin duygularını kalbinde biriktirmeye başlamıştır. Çorbacısı Hacı Halil Ağanın boğasak mandasını önleyemeyip, Bulgar haydutlarına telef ettirmesi, bindiği atın da kurşunlanıp öldürülmesi, başına beklemediği belaları getirmiştir. Hacı Halil Ağa, iki hayvanının öldürülmesinde Aliş’i suçlu bulmuş, bunun üzerine de kızı Sadife’yi Aliş’e vermemiştir. Sevgilisine kavuşamamak, onu derinde yaralamış, bir intikam duygusu olarak yüreğine yerleşmiştir. Bu yetmezmiş gibi bir darbe de köyün ikinci zengini Çapraz Hüseyin’den alır. Çapraz Hüseyin’in samanlığı Deli Mehmet tarafından yakıldığı halde suç yine Aliş’e yüklenmiştir. Bu suçlamanın açıkça iftira olduğu köylü tarafından bilindiği halde hapse Aliş’in gönderilmesi, onun yüreğinde başka bir yara açmıştır. Mağduriyetini anlatamaması, onun intikam duygularını daha da derinleştirir. Daha ticaret yaptığı gençlik yıllarında karşısına Aydemirli Talip Ağa çıkar. Tavla oyununda onu yendiği için Aliş’e kalabalık içinde iki tokat atar. Bu hakaretin utancı da Aliş’in yüreğine intikam duygusu olarak çöker.

Birçok badireler atlatan Aliş, mert, kararlı, çevik ve atik bir dövüşçüdür. Keskin nişancı ve çok başarılı bir avcıdır. Bu özellikleri sayesinde Trakya ve Balkanlarda çocukluk arkadaşı Deli Mehmetle yaptığı eşkıya eylemlerinden yara almadan kurtulmayı başarmış, Göçmen kafilelerine saldıran birçok Bulgar haydudunu saf dışı etmiştir. Ona kötülük yapanları kesinlikle affetmez. Gerçekten de 9 yıl sonra tekrar Deliorman’a dönüp düşmanlarının cezalarını vermesini bilmiştir. Eşini ve çocuklarını çok sevmekte, uzaktan da olsa onlara destek vermektedir. Bir taraftan mağdur ve masum insanlar için hayatını da tehlikelere atmaktadır. Ölüm öncesi dakikalarda Falcı Recep vasıtasıyla kardeşi ve çocuklarına altın para göndermektedir. Zalimlere karşı bunca acımasız olan Aliş, mazlumlara karşı acıyıcı ve yardımseverdir. Onun bu özelliğini Deli Mehmet’e söylediği şu cümleler iyi anlatır: “Biz hırsız değiliz hay Deli dostum. Hiç kimsenin bir tavuğunu bilem alamayız. İsteriz. Verirlerse alırız. Zoru görmedikçe kimselere zor kullanmamaya yemin etmişiz. Unuttun mu?” (s. 174)

Romanda en çok sözü edilen ve arkadaş’ı Aliş’e karşı sadakatte kusur etmeyen ikinci bir kişi ise Deli Mehmet’tir. O da Aliş gibi köyün iki numaralı zengini Çapraz Hüseyin’in hizmetkârıdır ama yıllarca hakkını alamamıştır. Onun samanlığını yakarak cezasını vermeye kalkışır ve kızının da ölümüne sebep olur. O da çalışkan, atılgan ve adaleti seven bir kişidir ama yangın eyleminde Çapraz Hüseyin’in kızına, en önemlisi de dostu Aliş’e zarar vereceğini öngöremez. Dostuna zarar verdiği için derin bir pişmanlık duyar, kendisinden defalarca af diler, onu pîr gibi tanır, bütün öç alma eylemlerine ortak olur. Alişle birlikten 9-10 yıl eşkıyalık yapar ve bu sebeple de bekâr kalır.

Aliş’in ikinci vefalı dostu ve emsali Falcı Recep’tir. O da iyi kalpli, sabırlı ve yardımsever bir kişiliğe sahiptir. Oldukça iyi saz çalıp türkü söyler ve köydeşleriyle yapılan şenliklere renk katar. Asker kocası savaştan dönmeyen Bürüncük Emineyle sevişir ve sonunda evlenir. Çalışkan bir kişi olduğu için mal mülk sahibi olur. Bulgar haydutların onu iki besili danasını çalması, onun da Aliş Türkiye’den döndükten sonra öç alma grubuna dahil olmasına sebep olur. Aliş’in hapisten kaçtıktan sonra kayıplara karıştığı yıllarda o ünlü “Alişim’in Kaşleri Kare” türküsünü düzüp söylemekle ünlenmiştir. Bu türkü sadece Deliorman’da değil, bütün Bulgaristan sathında yayılıp söylenmiştir. Falcı Recp Aliş’in ölüm sahnesine şahit olmuş, ölüm gerçekleştikten sonra onun vasiyeti üzerine başını gövdesinden ayırıp, saz torbasına koyarak İnegöl’deki ailesine götürmüştür.

Kıroğlu İsmail ile Kırkgöz Ali de Yunus Abdal köyünden olup Aliş’in sadık arkadaşlarıdır. Onlar da zaman zaman Aliş ile beraber iş tutmuşlar, daha iyi bir hayat için çaba göstermişlerdir. Aliş’i sayıp severler ve onun sıkıntılı anlarında yardımına koşarlar. Aytos-Varna arasında ve Büyük Kamçı boyundaki Köprüköy’de Bulgar haydut çetesini çökertmekte, daha sonra da Aliş’in çetesinin takibattan kurtulmasında yarar sağlamışlar, Aliş’in başsız mevtasını Omurtak kasabasından aşırıp Yunus Abdal köyü mezarlığına getirip gizlice gömmüşlerdir.

Nizam Bey, Mecidiye muhtarı Tatar Hamit, Tatar Halit romanın Kırım kökenli kişileridir ve Aliş’e ciddi yardımları dokunmuştur. Bilhassa Nizam Bey, kendisi de kaçak olduğu halde, Tutrakan taraflarında Alişle Deli Mehmet’e Romanya’ya, oradan da Köstence’ye geçmeleri için kılavuzluk etmiştir. Kırımdan, Rus baskılarından kaçarak Tuna boylarında ticaretle uğraşan bu kişi çok zeki, atılgan, yardımsever, cesur ve bilgi birikimiyle dikkat çeker.

Mecidiye köy Muhtarı Ahmet Çavuş, aynı köyü kuranlardan biridir. 1929 Silistre savunmasında gösterdiği yararlıktan dolayı buralar ona tımar olarak verilmiştir. Bulgar idaresi gelince ondan muhtarlığı ve mührü istemektedir. Onlara mertçe direnmiş ancak cezasını ağır ödemiştir. Bulgar eşkıyası onu evinden kaçırarak ormanda eziyet etmiş, yüzünü ateşe vermiştir. Bir hafta içinde vefat edince, ailesi de kurtuluşu Türkiye’ye göçmekte bulmuştur.

Romanda iyi karakterleriyle okuyucunun sevgisini kazanan iki kişi vardır: Birincisi Razgratlı Tabakçı Turgut Usta. Turgut Usta hali vakti yerinde olan soyunu seven ve yardımsever bir kişidir. Aliş’e samimiyetle yardım etmeye çalışır. Hatta onun hapishaneden kaçırılmasında gardiyanlara rüşvet verip anlaşması büyük rol oynamıştır. İkinci iyiliksever adam ise Kalava köyünden Mandacı Ragıp’tır. 10 gün boyunca Aliş’i evinde gizleyip, doyurmuş ve sulamıştır. Kimseye sezdirmeden Koca Koru’ya götürüp Deli Mehmetle irtibat kurmasını sağlamıştır.

Olayların geçtiği bölgede iyilikleriyle anılacak birçok kişi var. Bunlar arasında Şerif Aga’yı, Sepetçi Ramadan’ı, İbo Çavuş’u anmak gerekir. Bilhassa İbo Çavuş çok tecrübeli bir köy bekçisidir ve Aliş’in ailesinin Türkiye’ye gitmesini sağlamak için yol gösterici olmuştur. Aliş’in küçük kardeşi Amiş’ de ağabeyini çok sevip saydığı için yengesini ve çocuklarını sahte nikâh yaparak Türkiye’ye götürmüş, İnegöl tarafındaki Hamzalar köyüne yerleştirmiştir. Bu da bir fedakârlık örneğidir.

Romanın kadın tipleri arasında Aliş’in eşi Hafı Fatma Hanım, Bürüncük Emine (Falcı Recep’in hanımı), Aliş’in ilk sevgilisi Sadife Hanım, Şerife Ana, Aliş’in anası gibi isimler dikkat çekmektedir. Onlar arasında Hafız Fatma, bilgisi ve birikimiyle, kuran ve güzel ilahiler okumasıyla etraf kadınlarının yüreğinde taht kurmuş bir kişidir. Evine sadık bir kadın olarak Aliş’in isteğiyle Anadolu’ya göçmüş, çocuklarıyla birlikte ayakta kalmaya çalışarak Aliş’inin dönmesini beklemiştir. Güzel sesiyle artık herkesçe bilinen “Aliş’imin Kaşleri Kare” türküsünü söyleyerek avunmuştur.

Romandaki olumsuz tiplerin sayısı olumlulara kıyasla çok daha azdır. Onların adlarını yukarıda zikretmiştik. Köyün en zengini sayılan Hacı Halil Ağa açgözlü ve acımasız bir kişi olarak uzunca bir zaman hizmetkâr olarak çalıştırdığı Aliş’e beklemediği bir darbeyi indirmiştir. Bir mandasıyla bir atını koruyamadığı bahanesiyle ona kızını vermemiş ve böylece birbirini seven iki gencin yuva kurmalarını engellemiştir. Aliş’in babası Karaalilerin Mehmet, onu oğluna şöyle tanıtır: “Bak oğlum, biz Hacı Halillerle aşık atamayız. Zengin zengini bulur… Sakın bir halt işlemeye kalkışmayasınız. Kodeslerden çıkarmazlar seni. Hele hele Hacı Halil inat Tatar’dır. Başına gelmedik kalmaz. Bizi de komazlar bu köyde.” (s.87) Hal böyle iken Aliş Hacı Halil Ağa’ya dokunmaz.

Çapraz Hüseyin, köyün ikinci zengini olup gençlerin iş kurmalarına tahammül edememiş, bilhassa Aliş’i hep kıskanmıştır. Onun önünü kesmek ve oğlunun düğününde nişan alma kabiliyetiyle damadı küçük düşürmesini de affedememiştir. Müfterilik ve Bulgarlarla iş birliği yaparak Aliş’i haksız yere hapse attırmış ve ailesine acılar çektirmiştir. Yıllar sonra Aliş’in memlekete dönmesi onu çok tedirgin etmiş, tekrar Bulgarlarla birlikte Aliş’e zarar vermeye çalışmıştır. Sonuçta Aliş diğer iki arkadaşıyla birlikte onu evinde yakalayıp ormanda cezalandırmış ve bir yıl içinde ölmüştür.

Aydemirli Talip Ağa köyünün en zenginlerinden biridir. Ancak fazla kibirli ve tahammülsüz oluşu, Aliş’e iki tokat atarak hakaret etmesine sebep olmuştur. Zengin adam olduğu için onunla tavla oynayanlar hep yenilmeyi tercih etmişlerdir. Aliş’e yenilmek çok zoruna gitmiş ki, ona tokat atmaktan kendini alamamıştır. 12 yıl sonra bir kulağı ile burnu kesilince aklı başına gelmiş, Aliş’i haklı bulmuştur.

Olumsuz kişiler arasında ele alabileceğimiz birkaç da Bulgar var: Çilingir Rayko, Bakkal Grozdan, Dişsiz Petre ve Pravadı-Aytos arasında faaliyet gösteren Çavgalar çetesi vardır. Çilingir, Grozdan ve Dişsiz Petre Yunus Abdal dolaylarına yeni yerleşmiş eski haydutlardır. Onlar Türk köylerine yerleşip, verimli toprakları ve onların mallarını ellerine geçirmek derdindedirler. Türk köylerinde domuz yetiştirmek, insanların mallarını çalmak, korkutarak ve ürküterek ve döverek göçmelerini sağlamaya çalışmaktadırlar. Yunus Abdal’da bunu başaramadıkları halde etraf köylerde başarmışlardır. Aliş’in ticarete atılması ve Bulgarların ticaretine zarar vermesi onları kızdırmaktadır. Ama Aliş’in yıllar sonra Deliorman’a dönüp öç alma eylemlerine başlaması onların gözünü de korkutmuştur. Onun yakalanması için Bulgar idaresine ve jandarmasına her türlü desteği vermelerine rağmen, çok atik birer eşkıya olan Aliş ve arkadaşları, onları cezalandırmayı başarmışlardır.

Çavgalar çetesine mensup olan 7 Bulgar eşkıyası da hep Türk zenginlerine musallat olmuş, onların evlerinde ziyafetler hazırlatarak, kızlarına ve gelinlerine sarkıntılık etmiş, ziynet eşyalarını almayı âdet edinmişlerdir. Bu ziyaretlerinde ev sahiplerine mutlaka rakı ve şarap gibi içkiler bulmaları konusunda baskılar yapmışlardır. Sonuçta Aliş, iki arkadaşı ve çevrede bulunan diğer Türklerin de yardımıyla Türklerin korkulu rüyası haline gelen bu kan içici çeteyi de temizlemiştir. Deliorman’ın bu orta bölgesinde Türklere ve özellikle de Aliş’e zarar vermiş olanlardan biri de Dişsiz Petre’dir. Bu adam Alişleri yakalamak için yapılan bütün süzen avlarına katılmış, Aliş’i Aytos dağlarında bile Jandarma ile takip etmiştir. Cezasını ise avlanırken yaralı bir yaban domuzu vermiştir.

Olumsuz kişiler arasında bir de Dobruca’nın Sarı Mahmut köyünden Hacı Haşmet Ağa’yı da anmamız gerekir zira bu adam zengin olduğu halde taş ocağında çalıştırdığı işçilerini yevmiyelerin ödemediği gibi, paraya ihtiyacı olan Aliş çetesine de para vermek istemez. Sabrı tükenmiş olan Aliş sinirlerine hâkim olamayıp onu da başını keserek cezalandırmıştır. İlginçtir ki, bu romanda Bulgar ve Türklerin dışında Türklerle iç içe yaşayan Müslüman Kırım Tatarlarına ve Müslüman Çingene yurttaşlarımıza da yer verilmiştir.

Romanın Dili:
220 sayfayı bulan bu romanın dili oldukça akıcı ve çekicidir. Yazarımız Yusuf Ahmet, bir Türk Dili ve Edebiyatı uzmanı olarak Türkiye Türkçesini ustaca kullanmakta, bir Deliorman Türk’ü olarak da kişilerini Deliorman ağzıyla konuşturmaktadır. Türkiye’de bilinmeyen birçok yerel sözü ve deyimi, onlarca atasözünü devreye sokmuştur. Ben, yazarımızın kişilerini yerel ağızla konuşmasına sevinirken bazı yetersizlikler de gördüm. Deliorman insanı Romen değil, “Ruman”, Romanya değil “Rumanya”, anlık değil, “annık”, güreş değil “güleş”, ekşimik değil “iişimik”, der. Bu listeyi uzatmak mümkündür ama gereği yok. Bir de Yunus Abdal adını yerel biçimiyle Yonuzabdal olarak kullanmasını beklerdim. Yusuf ağabeyimiz Deliorman’dan ayrılalı 36 yıl olmuş ve o zamandan beri resmî Türkçe ile haşır neşir olduğu için bazı incelikleri unutmuş olabilir. Her şeye rağmen Deliorman Türk ağzına vakıf olduğunu da göstermiştir. Biz, romanın bu yönlerini Genel Türk diline ve edebiyatına bir katkı olarak değerlendiriyoruz. Yazarın hayatın çeşitli alanlarından edindiği tecrübeler ve bilgilerle süslediği eser, bir solukta zevkle okunuyor.

Romanın Türü: Civan Aliş romanı her şeyden önce toplumsal ve tarihsel bir romandır. Lakin onda belgesel, töresel ve aşkî roman unsurlarıyla da karşılaşıyoruz. Eserde Aliş’in aşkından çok 93 Rus-Türk Savaşı sonrasında vuku bulan olaylar, Deliorman’ın eski Türk sakinleriyle yeni gelen Bulgar göçmenleri arasında ortaya çıkan çatışmalar, ilişkiler ve olaylar anlatılmıştır. Romanın başkişisi Aliş, bir bilinçli devrimci ve örgütçü değildir. Eşkıyalık yoluna rastgele saldırılar ve talanlar yapmak için çıkmamıştır. Her şeyden önce ona zarar vermiş olan Türklerle ve Bulgarlar hesaplaşmak amacı güder. Lâkin mağdur ve masum insanlara zulmetmek de istemez.

Bir bakıma bu roman 93 Rus-Osmanlı Savaşı sonrasında Bulgar ve Türk toplumları arasında yaşanan iktidar savaşımının da aynasıdır. Bir başka çatışma ve hesaplaşma da Bulgar ve Türk haydut çeteleri arasında yaşanmıştır. Balkanlardan akın akın Anadolu’ya göçen Müslüman kafilelerine musallat olan Bulgar çeteleri ile Türk eşkıya çeteleri savaşmaktadır. Onların arasında Alişle Deli Mehmet de vardır. Aytos dağlarında Aliş ve arkadaşları, yöre Türklerine eziyet eden “Çavgalar” adlı Bulgar çetesini çökertmiştir. Bulgarların çeşitli yollarla yerli Türkleri yerlerinden yurtlarından edip göçe zorlamaları, Bulgar hükümeti ve Rus ağabeylerinin tavsiyeleri doğrultusunda yapılmaktadır. Amaç bu bölgede halâ çoğunlukta olan Türkleri zorla göç ettirip azınlık durumuna düşürmektir. Bu, bir nevi etnik temizleme hareketidir.

Yazarımız, romanın uygun yerlerinde Sayacılar, imeceler, kış mevsiminde helva geceleri, düğün törenleri, kız isteme geleneği, güreş yarışmaları, çocuklara öğretilen dualar gibi gelenekleri anlatmakta, halk deyimleri ve atasözlerinden de bol bol yararlanmaktadır. Bütün bu anlatımlar, Civan Aliş romanına folklorik özellikler kazandırmakta, daha büyük merakla okunmasını sağlamaktadır.

Son sözler: Elimizde uzun yıllar süren araştırmalara, gerçek kişilerden derlenen bilgi ve gözlemlere dayanılarak yazılmış değerli bir belgesel roman var: CİVAN ALİŞ. Usta bir kalemdaşımızın beyninde olgunlaşmış, yüreğinde pişirilmiş değerli bir yazın ürünü. Ben severek birkaç kere okudum. Okudukça hoşuma gitti. En önemlisi de benim yurdumu ve yöremi anlattığı için sevdim. O nedenle de

hemşehrimiz Yusuf Ahmet Taşkın ağabeyimizi en içten duygularla kutluyor, Deliorman insanını böyle bir güzel eserle tanıttığı için de can-ı gönülden teşekkür ediyorum.

 
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir