Bağlantı haritası Anasayfa » Bulgaristan Türklerinin Birinci Dünya Savaşı’na katılımı

Bulgaristan Türklerinin Birinci Dünya Savaşı’na katılımı

Yazı: Oktay Aliev

Deliorman, Kuzeydoğu Bulgaristan, Gerlova, Kırcaali bölgeleri, Aytos ovası ve Bulgaristan’da Türk nüfusunun yoğun olan tüm bölgelerinde gezerken köy ve şehirlerinde sıkça Birinci dünya savaşı anıtları görebiliriz. Fakat yukarıda söz edilen bölgelerde çokça rastlayabileceğiniz şey anıtlara kazınmış Türk, Müslüman isimleridir. Bulgaristan’da nüfusları çok faktörden dolayı sıkça değişen Türkler Birinci Dünya savaşında büyük katkı ve rol oynamıştır. Peki Müslümanlar (Türkler, Pomaklar, Tatarlar ve Çingeneler dahil olmak üzere) Bulgaristan ordusuna ne zaman alınmaya başlamıştı, savaş sırasında mevcutları kaç kişiydi, kaçı şehit, kaçı gazi oldu? Bu sorular üzerinde maalesef Bulgarca veya Türkçe yayınlamış pek az araştırmaya sahibiz. Elimizde olan kısıtlı bilgilerle bu sorulara cevap vermeye çalışacağız.

İlk sorumuzun cevabı şaşırtıcı olmakla birlikte bizlere pek çok şeyi anlatmaktadır. Bulgaristan 1878 yılında Osmanlı imparatorluğundan ayrılmış ve bağımsız bir ülke haline gelmiştir. Dün bu coğrafyaya hakim olan Türkler yavaş yavaş Bulgaristan’dan Osmanlı topraklarına göç etmeye başlamıştır. Aslında 1878 yılı Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçün başladığı ilk yıldır. Bu Büyük göç hareketleri 1989/90 yıllarına kadar devam etmiştir. Fakat bu ayrı ve üzerinde çok şey yazılabilecek olan bir konu olduğundan açtığımız parantezi burada kapatmak zorundayız. Osmanlı hakimiyetinin son bulduğu senelerde ordusu, bürokrasisi ve aristokraside buradan ayrılmak zorunda kaldı. Bulgaristan devleti yeniden yapılanma hareketlerine geçerek Tırnova’da vücüda getirilen Anayasasına (1879) ve devletin yönetiminde etkili olan bazı kanunları meydana getirdi. Bulgaristan Ordusunda da reform hareketleri başladı. Daha 1879 yılında Prens Aleksandır bir buyrultu ile Bulgaristan Prensliğinde ki Müslüman tebaasının orduya kabul edilmesini emretti. Orduya alınan Türk/Müslümanlar Kuran ve Allah üzerine imamın şahitliğinde yemin ederlerdi. İlk kez 1879 yılında Bulgaristan’da yaşayan Türkler orduya alınmaya başlamıştır. Bu bize Bulgaristan devletinin ilerideki savaşları için Türklere güvendiğini göstermektedir. O senelerde değişik kaynaklara göre prenslikte yaklaşık 523 veya 650 000 Türk yaşamaktadır /1/.

Belki de ilk kez Bulgaristan ordusunda savaşan Türkler 1885 yılında görülmektedir. O yıl Bulgaristan savaşsız bir ihtilalle 6 Eylül’de Doğu Rumeli ile birleşmiş ve bu Sırbistan’da büyük memnuniyetsizlik yaratmıştır. Sırbistan resmi olarak Bulgaristan’a savaş ilan ederek Sırp-Bulgar savaşını başlatmış bulundu (1885). O sırada büyük bir seferberlik ilan eden Bulgaristan bayrakları altına ordusunu toplarken Şumnu’dan 29 Türk gönüllü olarak orduya katılmıştır /2/, Tırnova ilinden ise toplam olarak 599 gönüllü Bulgaristan türkü listesi görmekteyiz /3/.

Bundan yaklaşık 30 yıl sonra Türkler Balkan savaşında da orduda yer almıştır. Önemli bir kaç detay açıklamamız gerektir. İlk Balkan savaşı (26 Eylül 1912 – 17 Mayıs 1913) Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağın Osmanlı imparatorluğuna karşı savaştığı bir harptır. Orada Bulgaristan hükümeti ordusuna Türkleri almamıştır. Bunun iki sebebi vardır: ilkin kardeşi kardeşe kırdırtmamak, ikinci sebepse Bulgarlıların Türklerin Bulgarlara silah çevirmesinden korkmaları. Fakat İkinci Balkan harbinde Bulgaristan ordusunda Türkleri görebiliriz çünkü Bulgaristan o savaşta Yunanistan, Romanya, Sırbistan, Karadağ ve Osmanlı imparatorluğuna karşı savaşmıştır. Türkler Osmanlı imparatorluğu hariç her cepheye gönderilmiştir.

Peki, Bulgaristan Türklerinin Birinci Dünya savaşına katkısı neydi? İstatistiklere bakıldığında Bulgaristan savaş sırasında 88 106 kişi şehit vermiştir. Bunlardan 9604 kişi Türk’tür – 10,9 % yani yaklaşık 11 % /4/. Peki, bu istatistik bilgiler güvenilir midir? Birinci dünya savaşında Bulgaristan’ın nüfusu yaklaşık 5 milyondur, bunlardan 500-600 000 kişi Türk’tür. Seferberlik ilan edildiğinde Bulgaristan 800 000 – 1 000 000’a yakın asker toplamıştır. Bunlardan sadece 9604 türkün şehit olması biraz şüpheli gibi dururken bu sayının daha fazla olduğunun kanaatindeyim, fakat bunu kanıtlamak için ileride araştırmalarımın daha çok arşivlere dayanmasını gerektiğinde bilmekteyim. Bilmediğimiz başka bir şey de Birinci Dünya savaşında kaç Türk Bulgaristan ordusunda hizmet etti. 9604 şehit verdiğimize göre kesin 40-50 000’e yakın Türk orduda mevcuttu. Fakat bu konunun da derinlikle araştırılması gerektir. Şimdilik sadece bir olasılık için konuşabiliriz. Dikkatinize sunduğum bu sayı sadece benim tahminimdir.

Bu yiğitler her cephede savaşmıştır. Geçen yılın sonunda “Köyden cepheye – Bulgaristan Vetova köyünden Birinci dünya savaşı cephelerine: Anılar ve hikayeler” adlı makalemi yayınladığımda amacım üç savaş gazilerinin hikayelerini anlatmaktı. Bu üç gazi benim doğduğum ve büyüdüğüm şehir olan Vetovo’dan dır /5/. Onlardan biri olan Necip Hasan Belber (1890-1946) benim büyükbüyükdedemdir. Benim bu gün Birinci Dünya savaşı gazilerini araştırmaya sevk eden kişide odur. 2021 yazında Vetovo’da başlattığım araştırma hala sürmekte. Eylül ve ekim aylarında tüm Deliormandan gazi Türkleri araştırma kararı aldım. Gazilerin aileleri, hayat hikayeleri, cephede yaşadıkları, aldıkları darbeler ve yaralar vs. araştırdığım konulardandır. Peki, kaç Bulgaristan’da doğma ve büyüme Türk gazisi vardır? Bir gün belgeler bu sorunun cevabını muhakkak verecektir.

Dikkatinize sunmak istediğim şeylerden biri de benim yaptığım geçen yıl yaptığım ve yayınladığım araştırmadır. Her ne kadar belgelerin önemi büyük olsa da tarihi yine de insanlar yazar. Bu nedenden dolayı yaz aylarında birçok gazi torunlarını ziyaret ederek onlarla söyleşi yaptım. Gazilerin hikayelerini torunlarından öğrendikten sonra Birinci Dünya savaşını içten görebildim. Neyi kast ediyorum diye sorarsanız size bir kaç örnek vermek isterim. Misal büyükbüyükdedem Necip Belber 1916 yılında Krapa’da (bu gün Makedonya sınırlarındadır) yaralanarak 3 gün sonra Sırplara esir düşmüştür. Yedi yıl esaretten sonra köyüne, Vetovo’ya döner. Zorlu şartlardan dolayı çok yıl yaşayamaz ve 56 yaşında hastalıktan vefat etmiştir. Yine köydeşlerimizden olan Nasuf Emrullah Sadullah (1889-1955) Büyük savaşın gazisidir. Hayatta olan kızı Cemile Nasuf’la (d. 1937) bu yaz yaptığım röportajda öğrendiğim şeyleri makalemde de geniş bir şekilde aktarmıştım /6/. Burada kısaca özetleyeceğim. Gazi Nasuf Köstence’ye yaklaşık bir-bir buçuk saat trenle yol olan bir yerde cesurca savaşmıştır. Yanında köydeşi Ömer Seliahmed Ali’de vardır (1880-1968). Gazi Ömer göbeğinin üzerinden vurulduğunda köydeşi Nasuf onun: “Nasuf! Nasuf!” diye seslenişine kayıtsız kalmayarak yanına geldiğinde aniden oraya düşen bir bombanın şarapneli Nasuf’un bacağına girerek onu yaralamıştır. Yanında ki Ömer ise mucizevi bir şekilde şarapnelden yara almadan kurtulmuştur. Nasuf’un ayağı kangren olmuş ve orada bulunan alman doktorlar tarafından diz kapağının altından testereyle kesilmiştir fakat kangren bacağına kadar çıktığı için tüm ayağının kesilmesine mecbur kalınmıştır. Böylelikle Nasuf sağ ayağını kaybetmiştir ama bundan sonra üç yıl daha orduda hizmet etmiştir. Savaşın sona erdiği zaman Nasuf köyüne dönmüştür. Burada hikayeyi kızı Cemile Nasuf şu şekilde devam eder: “Bizim derelerde pınarlık vardı. Annem de o zaman su çekmeye gitmiş. O, oradayken uzaktan koltuk değneği ile gelen bir asker görmüş. “Benim eşim de böyle gelecek besbelli askerden” demiş annem. Oysa gelen kişi babammış. Eve gelmiş, annem girmiş odadan içeri, babam sıkılmış annemden. Soyunsun diye giysilerini vermiş, babam da “çık sen” demiş anneme, kendisini göstermek istememiş. Giyinmiş çıkmış. O sırada annemin annesi Cemile “siz nasıl geçineceksiniz?” diye sormuş. İstersen ayrıl demişler anneme. Annem de “kaderim böyleymiş, kısmetim buymuş, ayrılmayacağım” demiş /7/. Nasuf köyüne döndüğünde halk alay edercesine ona Gazi Nasuf değil de „Topal“ Nasuf demiş. Oysa o vatanı için ayağını, hayatını, gençliğini feda etmiş. Ondan dolayı sadece onun için değil, tüm gazilerimiz için konuşurken onlara sadece Gazi unvanlarını vermeliyiz. Bulgaristan devleti gazilerini unutmadı. Gazi Nasuf’a devlet her 2-3 yılda bir kez ayakkabı ve protez gönderiyormuş. Devletin yardımı bununla sınırlı değil – gazimize bir de emekli maaşı bağlanmıştır. Bu maaştan arttırarak 60 dönüm tarla satın almış ve bir ayağınla onları işlemiştir. Tarlada bazen düşer, kalkar, çabalar, yine işine devam eder. Hayatını böyle sürdürür, sonra ise 5 çocuğu olur (3 kız ve 2 oğlan).

Yanında savaştığı Gazi Ömer’in de hikayesi Gazi Nasuf’a benzer. O da cephede vurulup yaralanır. Bir müddet sonra iyileşir ve köyüne geri döner. Dört oğlu ve bir kızı olur. Kızının oğlu olan Adem Sabri’ye (d. 1947) hikayesini anlatmıştır. Adem (köyde Değirmenci Adem derler) bu yaz bana hikayeyi anlatmıştı: „Dedem bizi ateş karşısına toplar, bağdaş kurup otururduk. O bize anlatır, biz ağlardık”. Ömer usta köyde bilinen araba ustalarındandır.

Bu üç hikaye benim makalemde mevcuttur. Fakat yazmadığım ve bilgi topladığım daha çok kişiler vardır. Fransa’da üç Vetovo’lu esir olarak durmuştur. Bunlardan biri İslam Ali Bayram (1894-1969), Mahmud Mehmed Tarakçı (d. 1894 – ö. ?), Abdullah Mehmed Dumanlı (1895-1977). İslam Bayram yaklaşık 4 yıl Fransa’da esir kalmıştır. Orada gördükleri ve yaşadıkları maalesef bu günlere kadar gelmemiş. Mahmud Tarakçı savaş esnasında yaralanmıştır. Omuzuna kurşun isabet edip oraya girmiştir ve ölene kadar orada kalmıştır. Torununun anlattığına göre kurşunu omuzunda hareket ettiriyormuş. Abdullah Dumanlı’da Fransa’da 3 veya 4 yıl esir kalmıştır. Orada yaşadığını çocukları, onlarsa torunlarna aktararak bu güne kadar gelmiştir. Anlattığına göre Fransızlar onlara çok gaddarca davranıyormuş. Yemek ve su vermiyorlarmış. Gazi Abdullah Dumanlı’nın anlatımına göre atların fışkılarından (hayvan dışkısı) mısır tanelerini ayırarak yemişler. Mecburiyetten bir tavana binip orada domuz kulakları bulup yedikleri de olmuştur. Bir başka hikaye de yine bir tavan arasında altın kemer bulmalarıdır. Abdullah ona dokunmamış fakat yanında olan arkadaşı almış ve bunu gören Fransız askerleri onu vurup öldürmüş.

Bir diğer kahramanımızda Vetovo’lu Ahmet Sali’dir. Savaş sırasında babası rahmete kalan Ahmet’in bunu cephede öğrenip köyüne dönüp yalnız kalan annesinin yanına gitmek istediğini komutanlarına arz etmiş. Onlardan biri Ahmet’e şöyle demiş: „eğer bana bir düşmanın başını gövdesinden ayırıp getirirsen sana izin veririm!” Çok cesur ve korkusuz olan Ahmet bunu gerçekten yapıp başı komutanın önüne sunmuştur. Bunu gören silah arkadaşları Ahmet’e “Deli Sali, Deli Sali” diyerek bundan sonra lakabını da değiştirmiş olmuşlar.

Vetovo’dan yaklaşık 10 km. olan Locva (Glodjevo) şehrine ayak basalım. Buradan size üç hikaye derledim. İlkin Mehmed Seid Tüleoğlu’nun (1892-1980) hikayesidir. Onunla tanışan İsmail Abtulov onun hikayesini yazmıştır. Kan, şiddet ve vahşet içeren bu hikaye İ. Abtulov tarafından şöyle aktarılmıştır: „Tutrakan cephesindeydim. İki ve yedi eylül arasında (1916 yılı) büyük bir çukura Bulgar, türk ve düşman askerlerini gömdük. Bazılarının elleri ve ayakları yoktu, bazen sadece başları bulabiliyorduk, bazense sadece başsız bedenleri. Muharrebenin ardından çok gün geçmiş olsa da çürüyen bedenlerden çok pis bir koku yayılıyordu. Bize verilen yemekleri bile yiyemiyorduk”/8/.

Bir diğer hikaye Hüseyin Мustafa Karasüleyman’ındır (1885-1957). Kendisi çok usta bir nişancı olarak bilinirmiş. Savaş esnasında yunan bir komutanı at sırtındayken vurarak öldürmüştür. Locva’dan son olarak Hüseyin Osman Miyrem’in hikayesini görelim. Savaş esnasında düşman siperi zapt ederek komutanlarının emri üzere orasını daha derin kazarak düşmana karşı savunmalarını güçlendirmektir. Hüseyin ve yanında ki Bulgar arkadaşı siperde kazarken arkadaşı bir mayın veya bombaya isabet etmiş ve anında patlayarak kül olmuştur. Maalesef bir tek parçasını bile bulamamışlardır. Yanında ki Gazi Hüseyin Miyrem ise toprak altında kalıp iki gözünü de kaybetmiştir. Köyüne döndüğünde onu bekleyen eşinin önünde gözlüklerini çıkarttıktan sonra eşi onun gözlerini kaybettiğini görünce dayanamayıp kalp krizi geçirerek hayata veda etmiştir. Gazi Hüseyin Sofya’da bulunan gözlerini kaybetmiş gaziler kurumundan yıllarca trenle gidip devletin bağladığı emekli maaş – çuval dolusu para ile köyüne geliyormuş. Devlet gençliğini feda etmiş bu cesur köy çocuklarını unutmamıştır. Buna benzer bir hikaye Gurçinova köyünden de, (Eski Cuma’ya bağlı) vardır. Gazi Hüseyin Kulasali (1894-1979) muharebe esnasında şiddetli bir bombardıman sonucu toprak altında kalıp, şarapnel parçası gözüne girmiştir ve toprak ve kan sol gözüne girerek onu kaybetmesine sebep olmuştur.

Son bir hikaye Uzunca alan köyünden (Ravno, Razgrad ili). Kahramanımızın ismi Sali, yahut Sali abba (abba Deliorman’da dede demektir). Onun hikayesini İsmail Abtulov çok uzun bir şekilde anlatmıştır. Sali Külev Fransızlara esir düşerek 1919 yılında yunan esir kampına verilmiştir. Sali Külev o günler şöyle aktarır: „Bizleri bir adaya sevk ettiler. Yemeksiz, susuz. Soğuktan yarı esirler öldü. Bulgar, Türk, hepsini tek bir çukura defin geleneklerimizi yerine getirmeden gömdük. […] Bir gemiyle üç günde bir bize yemek getiriyorlardı. Sahile 20-30 metre kala çuvallar içinde ekmeğe benzer bir şey atıyorlardı. Yunan komutanlar bize suya atlamamızı ve çuvalları almamızı emir ediyordu. Suya girenlerin yarısı sudan çıkamıyordu çünkü gemideki komutanlar hangisi daha iyi nişancı diye birbirleriyle yarışıyordu ve esirleri silahlarınla vuruyordu. […] Bizi tekrar Fransız kampına geri çevirdiler […] Bir gece biri bize Bulgarcaya yakın bir dilde kampı yok edecekler dedi. O gece kamptan kaçtık. Büyük bir nehire yaklaştık. Vardar olduğunu öğrendim. […] Bulgar askeri üssü aradık ve oraya teslim olduk. Sene 1922’ydi, orduya girmemden 7 yıl geçmişti. Bu yıllar içinde ailem benden haber almamıştı. Öldüğümü düşünüp bana mevlid yapmışlardı. Uzunca alan’a geri döndüm. Eve girdim, köpeğim Üstün beni tanıdı, kuyruğunu sallayarak ayaklarımın arasına girdi. Kapıyı vurdum, annem çıktı. Beni dilenci zannederek gönderdi. Ben ise ona: „Anne, benim, oğlun Sali!“ diye bağırdım. Öyle bir ağlayış başladı ki tüm mahalle dirilmiş Sali’yi görmeye geldi. Sali olduğuma inanmıyorlardı. Nasıl inansınlar ki? Sakallanmış, elinde bir sopa, üstüm yırtık pırtık ve bitlenmiş. Beni sesimden tanıdılar. O günden beri ismim Sali abba“/9/.

Anlattıklarım büyük resmin sadece bir parçası olmakla birlikte çok değerli ve eşsiz olan hikayeler, Bulgaristan’da ki Türklerin Birinci Dünya savaşına katılımının çok önemli bir kanıtıdır. Anlatılacak ve yazılacak bir çok hikayeler vardır. Keşif edilmeyi bekleyen daha bir çok hikaye olduğuna eminim ve bundan dolayı yazımı bitirirken okuyuculara ricam eğer ailenizden Birinci Dünya savaşı gazisi varsa benimle iletişime geçmesidir.


  1. Калинова, Е. Българските турци в Модерна България (1878-1944 г.) – В: Българи и турци, С. 2016, с. 152.
  2. İnternet makalesi https://voinaimir.info/2017/09/shumen-turks-1885/
  3. Лечев, В. Доброволци мюсюлмани от Търновския край в Сръбско-българската война 1885 – Военноисторически сборник 4/1992, с. 182-194.
  4. Калинова, Е. Цит. съч., с. 160; Ялъмов, И. История на турската общност в България, С. 2002, с. 114.
  5. Aliev, O. Köyden cepheye – Bulgaristan Vetova köyü’nden Birinci dünya savaşı cephelerine: Anılar ve hikayeler – ANKARAD 2021; 2 (4) : 279-296
  6. Aynı eser, pp. 289-293.
  7. Aynı eser, pp. 291.
  8. Hikaye burada İ. Abtulov tarafından anlatılmıştır – https://ekip7.bg/2019/09/14/zhivotat-e-otselyavane/
  9. Hikaye burada İ. Abtulov tarafından anlatılmıştır – https://ekip7.bg/2019/09/14/zhivotat-e-otselyavane/