Yazı: Emel Balıkçi-Şakir
Kışın en derini hemen Kasımın 8-den 60 gün sonrasıdır. Buna atalarımız “BOCUK” demiş ve Ocak ayının 6-7-ine rastlar. O soğuk gece için sayvanttan en eğri, kalın kütük ocaklıkta, korlar üstüne paşa gibi yerleştirilir. Onun kütükçe kütük görevi, ateşi gece boyu tutmaktır. Kütük, olur olmaz ağaçlardan değildir. İnsanlar arasında da binbir türlüsüne rastlandığı gibi, kütüklerde de farklılıklar göze çarpar. Kavak boy yapmakla bilinir amma kütüğü, parçası odun için olamaz. Ateşi görünce bayılır gider. Çam ise alevleniv ve dumanı çok olur; kayının külüğü de çabuk yanar. Oysa, “Bocuk” ateşini tutarsa, meşe tutacaktır. Bu ağacın kütüğü ateşin üzerine tıpkı bir paşa gibi yan geldi mi sabahlara dek ısıyı garantilemiş olursunuz. Kütük bitse de korları daha iki gün kül altında muhafaza olurlar. O yüzden kuru kalın meşe odunu tedarik edilene dek orman karış karış aranır.
Bu akşam tek yenilen yemek de kabaktır, çünkü kabaklar bu günden sonra “ipliklenir” ve lezzeti kaybolur gider. Kimi külde, kimi ateş üstünde, tepsi tepsi kabakları dışarıya çıkarırlar ve dizerler. Delikanlılar ise, hangi evin tavalarını çalar, doya doya kabak yer, burada beyendikleri bir kız var ve evlilik çağına girdiğini gösterirler. Eğer kabak çalınmazsa, o evin kız kısmeti kaybolur gider. Kabak çalınsın diye, günboyu hanımlar meydanı dolanır ve kendi kızlarının kabak pişirmelerini överler. Kimi bol şekerli oldukları, kimi cevizli, kimi de ballı vb.
Halkın bu gece için meşhur bir ifadesi vardır: “Kediyle köpek bir çul altında sabahlaycaktır!” Bu soğuk olduğu için değil, gecede Pirikızları buzlu ormanlar arasında boşluklara çıkar, kendi danslarını oynarlar. Eğer bir evin kişisi, kediye, köpeğe varınca onları görmemelidir. Atasözlerimiz de boşuna söylenmemiştir:
“Buz şıllar, Periler oynar, tut tutağanı al alanı.”
“Kaçın icinniler gelir Periler!” ifadesi de ne gösterir ki, cin-şeytanlar bile Perilerden korkarlar.
Bazı efsaneler bu gece ile hala yaşlılar arasında dolaşır. Biz birini Sabriye Ferat halamızdan dinleyelim:
“Kışın Bocuk gecesinde çobanın biri sürüyü yaprak* (Yaz aylarında Rodop dağında yaşayanlar kış hazırlığı için meşe kökü üstüne bir çardak yaparlar ve onu yeşil meşe yaprağı doldururlar. Kış aylarında, deri karlar bastıkça koyunu, keçisi beslenir.) beslemeye götürmüş. Dönüşte iki koyun kaybolmuş. Onları aramaya gitmiş, velev ki yakınları birkaç defa uyarmışlar:
“Gitme, ormanlarda bu gece Periler dolaşır, seni çarpacaklar! Koyunlar dönmezse, yarın dönecekler. Bocukta Kurt bile deliğine saklanır, saldırmaz! ”
Deli çoban gitmiş. Uracık buracık koyunları bulamamış. Bir ara sık orman içinden sanki melemeleri duymuş ve yönlenmiş. Ağaçlar arasında ne görsün!? Yedi Perikızlar dans ediyorlar. Kakına kalmış, kendini unutmuş. O kadar güzellik hayatında ilk defa görürmüş… Büyülemiş onu Periler, aşık olmuş zavallı çoban. Koşmuş, bir kıza yapışmış, çekmiş yanına. Anında Perikızlar havaya uçup gitmişler. Elindeki sağ-sola yalpalamış, çobana yalvarmış:
“Sal beni, biz insan değiliz!” çoban duymak istemezmiş. Sürüklemiş kızı, obasına götürmüş ve ona evlenmiş. Aradan biraz geçmiş, günler kış 90-nına girmiş. Bir gece kurt sesleri, uğultular etrafı sarmış. Köpekler yok gibi havlamamış. Çoban korkmuş. Ateşten bir isi alıp, dışarı çıkmış. Karşısına bir tek kocaman Kurt dikilmiş. Gözleri Mortufal çiçeği gibi açık, ateş alev saçarmış. Çoban, ne yapacağına şaşmış. İsiyi (yeni ateşlenmiş odun parçası) kurdun üstüne atmış. İsi “cız” demiş sanki su ile söndürülmüş. Kurt acayip bir uğultu çıkarmış, almış başını gitmiş. Girmiş çoban obasına. Ne görsün! Ocaklık yanında Peri kızı bir yavru doğurmuş. Çoban hepten şaşırtmış kendini. Bu da nasıl bir iş?! Anıdan Perikızı kepeden (keçi kılı dokuması) kalkmış, dışarı koşmuş. Çoban da ardından. Peri kızın üstü hemen o bem beyaz buz giysileri ile sarılmış, uçmuş gitmiş. Çoban şaşmış. İçeriden bebek sesi gelmiş. Girmiş ve ne görsün. Kepe üstünde bebek alabildiğine ağlarmış. Gecenin de yarısı. Kaldırmış kapaklı vedreyi (ağaç kovası) süt versin bebeğe. Vedre boş imiş ve tüm çanak-çömlekler de. Ne yapacağını bilemezmiş. Bebek sussun diye yalamış parmağını ve emzik yerine ağzına vermiş. Bebek uslanmış, uyumuş gibi. Çoban da yanında rahatlamış uyumuş. Sabahı uyanmış. Ne bebek var yanında, ne kimse. Korkmuş. Dışarıya çıkmış. Obanın eşiğinde kurt izleri ormana doğru gidermiş. Çoban almış yayını düşmüş kurdun izine. İzler gide gide mağaraya dayanmışlar. Çoban korkmuş. Nasıl mağaraya girsin. Ama, “Ayı korkar, ben korkman!” demiş, içeriye dalmış. Bir de ne görsün. Kocaman Kurt-ana bebeği emzirir. Olanüstü bir güç çobanı mıhlamış. İstemiş adım atsın, atamamış. Kaç zaman orada kalmış, anlayamamış bir ara yavaş yavaş geri dönmüş, çıkmış.
Bahar gelmiş, yaz geçmiş. Çoban, Kasım ayında karar görmüş: bundan sonra sürüleri dağda bırakılmasın ve kış aylarında sıcak yerlere sürsün. O gün bu gün sürüler hep kışları ovalara, sıcak ırmak, denizlere sürerler, çünkü o Perikızlardan korkuyorlar. Perikızlar ne olmuş? Ne olsun! Cemre düşünde onlar derin kuyularda saklanırlar ve kış ortasına kadar orada dururlar. Sonra çıkarlar insan bilmeyen bir ormana girerler ve dans ederler, ama bundan sonra onların dansını ne kimse görmüş, ne seslerini duymuş. Yalan mı, gerçek mi, kimse bilmez. Biz dedelerimizden duyduklarımızı anlatırız.”
Bocuk gecesindeki Perikızlar şairlere de ilham olmuştur:
PERİKIZLAR DANSI Ulu orman, buzlu ayna – yedi Perikız diyarı Ayaz örgüsü gelinlik, sırma saçları duvaklık. Berrak sakinliği bir gece, susar buzlar, ırmak susar, Nefes alır sessiz orman, yaban, bütün diyar. Karlı ortam, buzlu ayna uyur Perikızlar onda Ayaz, buz aynası döşer, duvak takar sırma saça. Billür gelinlik titriyor Perikızlar’ın boyunda. Sihirli dans uyanışı müzik söyler yedi cana. Buz üstünde dönüşürler, çiçek misali vir evren Uğursuz yazgı bulur anı dans edenleri görenler. Perikızlar’ın bakışı donduracak her bir canı Şimali yel süpürecek kar üstündeki nakışı. Çarpar acımasız kader aşık olan Perikız’a Ömür boyu teshir eder, her er esir olur ona!
“Bocuk” denilen geleneği çoktan unutulmuştur ve halk arasında anı gibi kalmıştır. Bazı yörelerde ona yeni anlamlar da katarlar ve “Heloyin” kutlamasına benzetilir. Bizim Topluluğun özelliklerini taşıyan ve asırlar boyu unutulmayan bu kış gelenekleri için atasözlerimiz söylenir:
Kış geldi kılıç gibi, bizi dağıttı piliç gibi.
Fukaranın düşkünü beyaz giyer kış günü.
Sen işini kış tut da, yaz çıkarsa bahtına.
Kış güneşi gibi ayda bir defa donar.
Kışın ekmeksiz, yazın abasız yola çıkılmaz.
Kış kışlığını, kuş kuşluğunu gösterir.
Halkımızın bilincinde asıl kışın 14 Şubat’a dek sürdüğü sapasağlam yerleşmiştir. Bu yüzden insanlarımız bu ayı, “Küçük ay” veya “Gücük ay” olarak değerlendirmiştir. Ayın tam ortasında “CEMRE DÜŞÜ” olayı vuku bulur.
Yaşıların anlatıklarına göre, kış mevsimi, 08 Kasım günü başlar ve 06 Mayıs’da sona erer.