Hasan Efraimov
Ne günlerdi. Erkek kedinin genç olduğu günler vardı. Sağlığı ve gücü had safhadaydı. Bazen onunla baş edecek kediler çıkıyordu ve işte o zaman çığlıkları bütün köyde yankılanıyordu. Sesi duyanlar gece yarısı kasaplığını görmek için camlara yapışıyordu.
Gündüzleri uzanıp uzun uzun yatıyordu. Sonra acıkmış bir vaziyette kalkıp fare dolu olan ambarın yolunu tutuyordu. Fareler o kadar çoktu ki, yakalamak için patisini uzatması yeterliydi. Bazen bir köşeye ağzını açıp uzanıyordu. Bir farenin yanlışlıkla gelip ağzına girmesi uzun sürmüyordu.
Kediye sadece ağzını kapatması kalıyordu. Öyle de yapıyordu.Sonra ağzındaki fareyle geçip evin hanımına gösteriyordu. O da memnuniyet belirtisi olarak hemen çıkartıp bir şeyler veriyordu kediye yemek için. Hangisini önce yesin ki?
Sadece bir tane midesi var. Öyle günler vardı, ama çok eskilerde kaldı. Yaşlılık gelmişti ve artık fare yerine daha çok dayak yiyordu, ama marifetlerinden vazgeçmiyordu. Bu düşüncelerle gün boyu frenk üzümünün altında yattı yaşlı kedi.
Akşam üzeri hava biraz serinledi. Bağırsakları da gürüldeyerek kendilerini hatırlattılar. Kalkıp bir gerindi yaşlı kedi. Kemikleri kuru çırpı gibi çıtırdadılar. Ondan sonra biraz daha tembellik yaptı. Daha sonra açlığına karşı koyamayarak yavaşça kalkıp etrafı gözetledi. Avcıdan ses seda yoktu, bu da iyi bir durumdu onun için. Bir an nerede avlanayım diye düşündü. Eski ambar mı yoksa kiler mi. Biraz düşündükten sonra kilerin yolunu tuttu. Direk bahçeden geçti, domateslerin arasından. Sonra biberlerin kalın gölgesine geçip uzun uzun etrafına bakındı ve dinledi. Daha sonra baklaya doğru ilerledi ve lahanalara ulaşınca bir tane lahananın
arkasına saklanarak tüm bahçeyi bir daha kontrol etti. Evet, avcı yoktu, bundan emindi. Sonra ayağa kalkıp emin adımlarla kilere doğru yöneldi.
Orada saklanan farelerin tadını ağzında canlandırarak ilerledi ve kilere girdi. Birden arkasından kapı hızlıca kapandı.
– Şimdi elime düştün, diyerek hızlıca çektim ipi. Gün boyu odadan kediyi takip etmiştim. Kilerin kapısına bir ip bağladım. Elmanın dallarından geçirerek asmalığın üstüne attım. Oradan da camdan odanın içine. Elimde ipin ucunu tutarak geçtim perdenin arkasına ve yüzümde sinsi gülümsemeyle beklemeye başladım. Pusuya yatmış küçük bir gaddar. Ben buydum.
Babaannemle dedemin kedisini kendimi bildim bileli kovalıyordum. Neden mi yapıyordum? Bunu şu anda bile bilmiyorum. Benden korkuya kapılan kediyi görünce belki kendimi daha büyük ve güçlü hissediyordum. Ama cevabı hala yok, sadece onu kovalıyordum. Sonunda bir gün ona kilerde bu tuzağı kurmaya karar verdim. Kaçamasın diye önceden kilerin camını da kapattım. Kaçacak bir yeri kalmamıştı. Karanlıkta onu pataklarken çıkaracağı acı miyavlama seslerini canlandırmaya başlamıştım kafamda. Kiler kapısının önünde durdum ve birazdan yükselecek olan korku dolu acı miyavlama seslerine gülümsüyordum.
– Seni gidi kurnaz şey, düştün mü elime? Benden daha akıllı olduğunu mu sanıyorsun? Nasıl kaçacaksın şimdi?, dedim ve kilere girerek hemen arkamdan kapıyı kapattım. İçerisi karanlıktı ve içeride hiç bir şey görünmüyordu. Sonra köşeden korkunç bir kükreme sesi geldi ve bir kaplan üzerime saldırdı. Kedi nereye gitmişti? Bu kaplan nereden geldi?
Kendime ne bu soruları sorabildim ne de cevap verebildim. Kaplan yeni kükremelerle ve ataklarla üstüme saldırmaya devam ediyordu. Onun püskürtmeyi denedim fakat bunun anlamsız olduğunu anlamam uzun sürmedi.
Kaçacak yer arayarak etrafıma bakındım. Kilere girince kapıyı kilitlemiştim ve anahtar savaş alanında bir yerde düşmüştü. O anda, orada babaannemin kilerinde ilk defa ölümle karşı kaşıya geldim ve korkunun ne demek olduğunu anladım.
Nasıl mı kurtuldum? Kilerin penceresinden kaçtım, öyle kapalı olduğu gibi, açmak için zamanım yoktu, çerçevesiyle birlikte pencereyi kattım önüme ve attım kendimi dışarıya. Kırılan camların sesiyle birlikte yapıştım yere.
Babaannemle dedem sesleri duyunca koşarak gelmişlerdi. Babaannem sıradaki yaramazlığım için bağırmaya başladı. Yüzümün
tamamı kan içindeydi. Babaannem her zaman yaptığı gibi bu defa yaramın üstüne işememi sağlayamadı. Başka sefer elimi veya bacağımı kanattığımda hemen bağırıyor:
–İşe üzerine… geçer, diyordu. Acayip utanıyordum. Yaraya işeyince, babaannem sobadan biraz kül alıp üzerine serpiyordu, sonra biraz yün ve bir kirli bez parçası ve işlem tamam. Babaannemin bu yöntemi, bu defa uygulanabilir değildi, bir an düşündü kaldı. Sonra yüzüme biraz yün yerleştirerek bir bez parçasıyla sardı. Düşmesin diye başka bir bezle tüm başımı sardı.
Çocukluk dönemimde üzerime uygulanan tüm bu yöntemlere rağmen ölmedim, hayatta kaldım.
O yüzden şimdi bir şey olunca:
– Beni babaannem bile öldüremedi, sen mi öldüreceksin? Karşında ne biçim güçlü ve sağlam bir sığır olduğunun farkında bile değilsin, diye cevap veriyorum.
Benim kaplan-kedi destanım böyle sona erdi. Babaannem bağırdı, yetmezmiş gibi, bir de popoyu kızarttı tokatlarıyla. Dedem hiçbir şey demedi, kenarda durup seyretti. Yöntemler nasıl olursa olsun, çocukların terbiyesi ve pansuman işleri kadınların işiydi.
Dayak işi bitince dedem, beni kucağına alıp sayvant altında bir hasırın üzerine oturttu. Tütününü çıkarttı ve kendine bir sigara sardı. Bu süre içerisinde sarılmış kafayla ağlıyordum. Kız kuzenlerim kenardan benimle dalga geçmeye devam ediyorlardı. Ben acılarımla ve aşağılanmış duygusuyla meşgul onları duymazdan geliyordum.
– Hiçbir zaman bir kediyi köşeye sıkıştırma oğlum, dedi dedem ve sigarasını yakarak derin bir nefes çekti.
Her zaman ona kaçacak bir yer bırak. Bu şekilde onu hayatın boyunca kovalayabilirsin. Fakat ona kaçacak bir delik bırakmazsan, birden kaplan oluverir. İşte o zaman kaplanın yoluna çıkanın vay haline. Sonra büyüdüm. Aynanın karşısına her geçtiğimde kaplan kediyi ve dedemin laflarını hatırlıyorum. İzi kaldı suratımda. Evet, hayattaki dersler her zaman bizde izler bırakır. Bazen kalbimizde, bazen ruhumuzda, bazen de bende olduğu gibi yüzümüzde. Sık sık soranlar oluyor:
– Bu iz nereden?
– Kaplandan, diyorum, babaannemin kilerindeki kaplandan.
– Kaplan?
– Evet, kaplan.
– Kilerde?
– Evet, kilerde.
– Ne işi vardı o kaplanın kilerde?
– Salakları eğitiyordu…
Babaannemin kilerindeki kaplan böyleydi.
(kısaltılmıştır)