Kaleme alan: Vedat S. Ahmed
Bih
BÂB-I ÂLÎ
Dâire-i Hâriciye
Umûr-ı Hukûkiye-i Muhtelita Kalemi
Aded 104
Bahr-i Muhît-i Atlasî’de gark olan Burgonya nâm Fransız vapurunda telef olduğu Marsilya başşehbenderliğinden vârid olub havâle buyurulan tahrîrâtda iş‘âr olunan Yûsuf Pehlivan ile esâmîsi gazetelerle i‘lân olunan tebaa-i Devlet-i Aliyeden Sûriyeli ba‘zı kesân veresesinin te’mîn-i hukûku içün Paris sefâret-i seniyyesine iktizâ eden evâmir-i aliye-i nezâret-penâhîlerinin şeref-tastîri bâbında emr ü fermân men lehü’l-emrindir[.]
Fî 23 Rabîu’l-evvel sene [1]316 ve fî 30 Temmuz sene [1]314 (11 Ağustos 1898)
Umûr-ı Hukûkiye-i Muhtelita Müdîri
Bende
Nusret
Vesikaya Dair
Osmanlı Devleti Dışişleri Bakanlığı Muhtelit Hukuk İşleri Müdürlüğü çıkışlı 11 Ağustos 1898 tarihli ve 104 numaralı Osmnlıca resmî yazı, sözü edilen birimin müdürü Nusret Bey tarafından imzalanarak üst makama gönderilir. “Devlet-i Aliye-i Osmâniye Hâriciye Nezâret-i Celîlesi Salnâmesi”, Muhtelit Hukuk İşleri Müdürlüğünü şöyle tanıtır: “Resmî daireler ve mahkemeler arasında ortaya çıkan hukukî meseleleri tedkik ederek devletlerarası hukuk kurallarına göre görüş vermek ve Osmanlı saltanatı tebaası ile yabancı devletler tebaası arasında meydana gelen mevcut sözleşme, kanun ve düzenlemelerle ilgili konuların bakılıp çözülmesi hakkında görüş beyan etmektir”. Elimizdeki kısa ve öz vesikayı bu tarif çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Ne Diyor Bu “Karışık Hukuk İşleri” Müdürü?
Yazı mealen şunları söylüyor: “Atlas/Atlantik okyanusunda batan Burgonya adlı Fransız vapurunda telef olduğu Osmanlı Devleti Marsilya Başkonsolosluğu tarafından bildirildikten sonra bize yönlendirilen yazışmada belirtilen Yusuf Pehlivan ve isimleri gazetelerde duyurulan Osmanlı tebaası Suriyeli bazı kişilerin mirasçılarının haklarını teminat altına almak için gerekli emirlerin yazılıp gönderilmesi hususunda emir ve ferman yetkili merciindir.”
Yazının konusu olan Burgonya gemisi, 2 Temmuz 1898 tarihinde New York limanından 725 mürettebat ve yolcusuyla hareket eder. 4 Temmuz gününün sisli sabahında, saat 5:00 sularında, Sebl (Sable) adası yakınlarında Kromartişir (Cromartyshire) adlı Filadelfiya yolcusu gemiyle çarpışır. Bunun sonucunda gemi, taşıdığı insaların 562’siyle birlikte okyanus ortasında batar. Takdir-i ilâhîye bakın ki, bunların arasında er meydanında sırtı yere gelmeyen Karalarlı Yusuf Pehlivan da vardır…
İşte bu sebeple yukarıda sözü edilen yazışmalardan sonra bu yazı yazılır. “Ölenle ölünmez” diyerek Osmanlı Devleti derhâl Osmanlı Paris Sefaretini bilgilendirir ve başta Koca Yusuf olmak üzere Suriyeli Osmanlı vatandaşlarının arkada kalan varislerinin haklarının aranmasını ister. Sonrasında ne olduğu ayrı bir mevzu, zira uluslararası hukuk, sigorta şirketleri, bankalar, lobiler ve tazminatlar devreye giriyor, Amerika, Kanada, Fransa vs. mücadele ediyor, pek tabiî, işin bir tarafında da Osmanlı Devleti var, ama Koca Yusuf’un hâlâ vatandaşı olduğu Bulgaristan konuya dahli var mı bilemiyorum… Araştırmak gerekir, ama biz bu olayın hukukî kısmına girersek, Atlas Okyanusu’nda boğulur kalırız. O yüzden o derin sularda dolaşmak yerine Koca Yusuf’un parlak yıldızının aydınlığında yürüyelim…
Karalar Çimlğinden Kırkpınar Meydanına, Oradan da Amerika’ya…
Doğum tarihiyle ilgili farklı görüşler olan Koca Yusuf, Mecit Sağır’a göre, 1860 yılında şimdiki Şeytancık (Hitrino) belediyesi Karalar (Çerna) köyünde doğar. Yusuf’un yetişmesinde, her Deliormanlı gibi, güreş sevdalısı olan dedesi ve babasının emekleri dokunur. Ancak onu asıl yetiştiren Kel İsmail Pehlivan’dır, kaynaklarda Nasuhçulu olduğu bildirilse de Nasuhçular (Duhovets) köyünden olsa gerek. Daha sonra başpehlivanlık yolunda Lofçalı Pomak Osman’ın da büyük katkıları olur.
Yusuf Pehlivan, Deliorman’da yaptığı başarılı güreşlerde sırtı hiç yere gelmez ve yolu Kırkpınar yağlı güreşlerine çıkar. Oradaki başarılarından sonra Josef Doublier isimli spor menaceri tarafından 1897 yılında Fransa’ya görtürülür. Avrupa’nın merkezinde büyük güreşler yapar, hatta bir yağlı güreş pehlivanı olmasına rağmen, alışık olmadığı grekoromen güreşi yaparak yenilgi tanımaz ve Türkün gücünü dünyaya gösterir. Artık Avrupa’da kendi karşısına çıkacak adam kalmayınca menacerleri Doublier ve Antonio Pierri ile birlikte 1897 yılında Amerika’ya gider, orada spor menacerei William Brady refakatinde birçok müsabakaya katılır. Kaynaklarda belirtildiğine göre, Avrupa ve Amerika’da
yüzün üzerinde güreş yapar ve hiçbir zaman karnı güneşi görmez, sırtı yere gelmez…
Ahlâk-ı Hamîde Sahibi Şehit Pehlivan
Koca Yusuf Pehlivan’ın hayatı ibretlerle dolu bir hikâye… Onunla ilgili yazılanları duyunca veya okuyunca insanın gururlanarak sevinç gözyaşları ve yaşadığı trajik olaylardan dolayı da hüzün gözyaşları dökmemesi mümkün değil. İnanmazsanız, Silistre bölgesinde yakın zamana kadar çok iyi bilinen Şeyh Ramiz Efendinin oğlu İskender Fahrettin Sertelli’nin “Koca Yusuf” ve Halil Delice’nin “Koca Yusuf Yalnızca Güle Yenildi” başlıklı tarihî romanlarını, bir de Alim Kahraman ile akrabası Mecit Sağır’ın “Koca Yusuf” adını taşıyan roman tadındaki kitaplarını okumanızı tavsiye ederim. Dolu dolu yaşanmış kısa bir ömrü olan Koca Yusuf’un zaten efsaneleşmiş hayatının “şehit” olarak noktalanması sonucunda onunla ilgili birçok menkıbe anlatılmaya başlanır. Ecnebî memleketlerde yaşadıkları, hele hele boğulduğu sırada yaşananlar bütün Rumeli’de ağızdan ağıza bazen de mübalağa ile anlatılır. Bir de günümüz sosyal medyası olsaydı acaba daha neler olurdu?..
Koca Yusuf ile anlatılanlardan üç noktayı hususî olarak paylaşarak koca pehlivanın koca yüreğini açmak isterim:
Ustaya Vefa, Büyüğe Hürmet, İnsanı Büyütür…
26 defa Kırkpınar başpehlivanı olup sırtı yere gelmeyen güreşçi olarak nâm salan Plevne yöresinden Kel Aliço, 1885 yılından 27. başpehlivanlığını almak için er meydanına çıktığında karşısında “körpe bir kızan” olan Karalarlı Yusuf Pehlivan çıkar. Beş saat kadar süren güreşten sonra dedesi yaşında olan koca pehlivanı rencide etmek istemeyen Yusuf Pehlivan, Kel Aliço’nun elini öperek başpehlivanlığı hürmetle ona bırakır, ama o da büyüklük göstererek Koca Yusuf’un elini kaldırır… Böylece Sultan Abdülaziz’in başpehlivanı Kel Aliço er meydanına veda edip Sultan Abdülhamid’in başpehlivanı Şumnulu Yusuf’a bırakır ve bu cengâver daha sonra Koca Yusuf olur.
Bırakır bırakmasına, ama kısa zamanda Rumeli meydanları Koca Yusuf’a dar gelmeye başlar ve Türkün gücünü 1897 yılında Avrupa meydanlarında göstermeye gider.
Damızlık Değilim!..
Koca Yusuf, Avrupa’da yaptığı güreşlerden sonra kendisine rakip kalmayınca Amerika’ya gittiğini söyledik. Orada bütün pehlivanları birer birer kündeye getirerek yenince Amerikalıların “star”ı olur. Hele hele Amerikan kadınları bu büyük Türke bayılır… Koca Yusuf’un birçok güreşini takip eden Amerikan kokonalarından biri, hem de çok zengin biri, “Müthiş Türk”e gönlünü kaptırır ya da “sen herkesi yendin, ama seni de ben yenerim” düşüncesiyle pehlivanımızla birlikte olmak ister, hatta rivayete göre, bu kale gibi adamdan çocuk sahibi olma merakı uyanır. Bu arzusunu danışmanları vasıtasıyla Koca Yusuf’a iletince Deliorman’ın koca yürekli adamı “ben buraya güreş yapmaya geldim, damızlık olarak gelmedim” diye kükrer. Çünkü Deliorman’da bıraktığı Refiye’si onu bekler, kaldı ki bu büyük pehlivan Demir Baba’nın irfanından beslenerek ahlâk tacını giymiştir…
Önce İnsanlık…
Çocukluğumda Koca Yusuf’un “koca deniz” sularında boğularak şehit oluşuyla ilgili çok hikâyeler dinledim. O eski insanlar, sanki Burgonya gemisinde bulunup da kurtulan yolculardanmış gibi, her şeyi saniyesi saniyesine anlatırlardı ki, sanal zekâya maruz kalmamış tabiî zekâlarına hayran kalmamak mümkün değil!..
Ama burada onlardan duyduklarımı değil, nâmlı pehlivanın vefatından bir hafta sonra (10 Temmuz 1898) George Vanor adlı gazetecinin “Gil Blas” gazetesinde neşredilen “Yusuf” adlı yazısından bir şeyler paylaşacağım. Vanor, Koca Yusuf’un fizikî üstünlüğüne duyduğu hayranlığını, kazandığı saygınlığı ve halkın ona duyduğu hayranlığı vurguladıktan sonra, onun sadece gücüyle değil, aynı zamanda insanlarla olan ilişkileriyle de dikkat çektiğini ifade eder. Bu bağlamda yazısını şöyle bitirir: “O, Fransız kadınlarının arasında kendisine yol açmaya çalışan Amerikalı erkekler gibi yapmadı. Belki de bizim (Fransız) kadın yolcularımızı kurtarma arzusunun kurbanı oldu, kim bilir?”
Mekânın cennet, hemdemin Hazreti Muhammed olsun, Koca Türk!