Yazı: Emel Balıkçi Şakir
10-15 yıldan beri Türk kültürü ile baş başayım. Bu da nasıl bir beraberlik. Onu araştırmak, anlamak, anlatmak biraz geri, çocukluğumun yıllarına dönmek gerektirdi.
Ben, şahsen bir totaliter rejimin yetiştirdiği çocuğum. Henüz, 6-7 yaşlarında okula girdim ve oradaki eğitim sistemi sayesinde bilgileri öğrenmeye başladım. O yılların bilgi dağarcığı tamı tamına bilinçli ve asırlar boyu Rus esaretinin planladığı, diğer halkları eritme amacı, kimliksiz, kolayca halkı idare eden, bir sistem idi. Bu sistemi anlamak, bazı perde arkası kurgularını açıklamak gerekirdi. Kolay çözüm değildi. Bir hayli hayati yolu almak, uzun zaman siyasi sistemlerin tarihi özelliklerini öğrenmek ve en azından bin kitabı aktarmak, cümlelerdeki gizliliği açıklamaktır.
Düşünelim 7 yaşında olan bir çocuğu: Evdeki çevresi biraz kimlik sahibliliğinden yoksun ise, sayabiliriz ki, bu çocuk elden alınmış, asimile olmaması imkansızdır.
Biz, bu sistemi yorumlar iken tek bir dalda duralım-kalalım – Türküler!
Babaannemizin söylediği türküleri, okuldaki türküler ile karşılaştıralım. Ninenin söyledikleri evde, tarlada, ağır çalışma koşullarında söylenir. Okulda ise, her öğrenci zor derslerden nefes almak için, can atmak amacı ile onları bekliyor. Neden “zor dersler”? Bunlar matematik veya başka bir ders değil. Onlar, sizin evde, sokakta konuştuğunuz Türkçe dilde değiller. Tüm dünyanıza karşı, tanımadığınız, görülmeyen bir dev gibi korkunç yenilikte, yabancı dil. Evdeki anne baba yardımı da sizi pek kolaylaştırmıyor. Onların bildiği yabancı dil, yarım yamalak ve sık sık hata yapmanızı ortaya çıkarır.
Bazı öğretmenler, kimi Türkçe dilini, az veya çok bilir, kimi de sizin nefretliğinizden bin kere daha çok içleri doldurulmuş, size karşı kendi nefretliğin meyvelerini sokuveriyor:
“Siz, cahilsiniz, cahil kalacaksınız!…”
Bu çeşit hakaretlerden dolayı, birinci sınıfta 32 öğrenciden tek 12 kişi ikiye geçti. Tabi bazıları iki, üç defa tekrar edecekti. Siz ise, yeni, yeni tekrar eden ağabeyler ile devam edeceksiniz. Bazılar ya dördüncü sınıfta sona erecekler, yada beş/ altı gibi.
Arasıra bazan öğretmenler bir başka, size insancil davranmak, hitap etmekte bulunurlar.
Ve gelelim o, merak ettiğiniz, nefes veren türkü derslerine.
Siz, o kadar sevdiğiniz, anasütü gibi sevimli, tatlı Türkçe dili türkünüz aşağılanır, retedilir. Ve dahası da var, hiç bir yerde sahneye koyulmuyor, alkışlanmıyor. Evet, alkış almanız tek ormanda, tarlada, tepe üstünde yankılanan seslerdir. Veya karşıdaki tepe çayırında tırpan biçen Pomak amcanın haykırışı: “Fatmeeee, bir daha söyle!”
Ona, çocukluğunuzda hala yasaklık gelmemişti, diyelim.
Fatme söyleyecektir. Bir iki yıl. Sonra ona da yasaklık gelmiş, susturulacaktır.
Yıllar geçtükçe Türkçe dilinizi, türkünüzü aşağılaya aşağılaya kömür giysi geydirmişler ve sistem sizi o yabancı türküler ile yetiştirmiş, sahnelerde alkışlamış, pohpohlamıştır…
Çocuktunuz… Tabi ki, sevindirici olaylar sizin hoşunuza gider ve onların sayesinde kanatlanır, uçarsınız.
Ya babaanne türküleri?
Onlar, beynin gizli bir köşesinde kalmış, susuz, güneşsiz, toprağın sıcacık, nemli kucağından da mahrum olmuşlar, ölmek üzere…
Siz, o türküleri gizlemek zorundasınız. Artık büyüdünüz ve aile de kurmuşsunuz. Evdeki mutfakta çanak-çömlek yıkar, kendi türkünüzü mırıldarsınız. Evet, mırıldamak da bir nevi sözsüz söylemektir. Çünkü bir komşu “yabancı” sözleri duyar, sizi ele verir.
Ama içinizdeki o, çocukluğunuzdan kalan, sahne merağı… “Bir gitsen Anavatana da, bir binsen sahneye de, bir söylesem içimdeki o hayat dolu Türkçe türkümü… “Biçerim, biçerim anneciğim demedim dolmaz…”
Ve bu tür anlarda, çeşmeden akan sular, gözyaşı damlalarına karışır, yutar gider, onları da yok eder… Tam sizin türkünüz gibi.
Çocuk edinirsiniz. Ona içinizdeki sevimli Türkçe türküyü söyleyemezsiniz. Korku var. Sizi başlıca bu sistem öylesine bağlamış, bastırmış ki, işten kovulursunuz. Hele, diyelim, çocuğunuz gitti, anaokulunda türkünüzü söyler ise? İşten kovulmak değil, hapis bile sizi kurtaramaz!
Dönüverirsiniz kendi iç dünyanıza. Ama çocuğunuza nasıl bir türkü öğreteceksiniz?! Ne kadar iyi bir makamı, sözleri olsa da, o yabancı, içinizi ısıtmayan bir türküdür!
Gece olur. Ah, geceler! Onlar sizin özgür dolu dünyanızdır. Ses çıkarmadan, istediğiniz türküyü “bağırıp-çağırırsınz”. İçinizi döker, boşaltırsınız. Orada kimse yok. Size, okul sisteminin öğrettikleri “Yok Allah” dahi yanınızda yok olamaz. Siz varsınız, Allah’ınız var, Türkçeniz var, Türkünüz var! Var da var!
Bir kabuz gibi geçer, gider gecenin hakimiyeti. Başınız o kadar dolmuş ki, sabah sabah beyninizin içinde iki türkü karşı karşıya savaşır, günün acılarını karşılamaya çağırır. Sıkıp dişlerinizi onları evinizde bırakır, okula gidersiniz. Orada beyninizin özgür olması isteniyor. Küçük çocuklar sizden bilgi, saygı, sevgi ve de türkü öğrenmeyi bekliyor. Küçük, dünyaları tertemiz, sizden de tertemiz bilgiler edinmek istiyorlar…
Yaa, siz şehirde öğretmen mi oldunuz?
O, sevdiğiniz türkünün hali ne olacaktır? Seçin bakalım, söyleyin! İçinizdeki kan hareketi hızla yürüyüş değil, koşuş yapıyor, sizi raylardan dışarı çeker gidiyor. Tüm dünyanız gidiyor! İçinizdeki dünya altüst değil, kanlı pıhtıya dönüyor!
Yüzünüzdeki tebesümü asla elden kaçırmamalısınız. Ona, o küçük, tertemiz dünyalı çocukların ihtiyacı var. Nası bir seçenek yapacaksınız?
Çok kolay… Bir maske takıp sahneye çıkar gibi dersinize gireceksiniz. İçinizdeki anasütü türküyü daha da gizleyip, o yabancı türküyü söyleyeceksiniz. Hem de nasıl?!
Seve… seve…
Bu maske size yardım etti, diyelim. Günler geçti, geçti yıllar. Sizin de çocuklarınız bu eğitim sisteminde yetişti. Sizin iç dünyanızdan hemen hemen haberdar değiller veya içlerinde bir şüphe hisi onları o “korkunç, aşağı dilden, türküden” daha da uzaklaştırdı. Onların hali ne olacaktır?
Evallah! Demokrasi geldi! Sevinçten uçakların uçuşunu bile geçtiniz… Ve kendinizi anlatmaya çalışırsınız.
Zavallı ümitler, inandırıcı olmayan hayaller…
İçinizde yıllarca gizlediğiniz gerçekleri anlatmaya çalışırsınız. Ama sizi seven, anlayan çocuklar, kendi çevresinde bu gerçekleri anlatmak, onları o çevreden uzaklaştırır, hayati sorunlar çıkarır. Onlar ne yöntem tutacaktır, ki?!
Evet, her sorunun bir çözümü bulunur. Ya sistemle beraber olacaksın, ya ona karşı, tek başına, savaş açacaksın, yada savaşın imkansızlığına kapılacaksın.
Alayola koyulmak için tüm yeni sistemin araçlarını kullanmak istiyorsunuz. Hem kendi dil haklarınızı da. Karşınıza ne çıktı?!
“-malık-melik” (aldatmalık-göstermelik) dersler!
Ya da kitap mı yazacaksın? Ha bakalım bir hangi kırtasiye sizin kitaplarını satışa çıkaracak mı, yoksa bir hangi TV yayında tanıtma fırsatı bulunacak mu… Hey gidi çukura basan ayak! Senden önce “iz bırakanlar” ya hapisleri doldurmuş, ya yurdundan yuvasından kovulmuştur. E, siz dokumazlaaar. Ama gizli gizli tüm yollar kapalıdır. Bunu anlamak ister istemez anlayacaksınız.
Eğer başarmak ister isen, buradan uzaklara göç edeceksin. Batıya mı gittiniz?! Ha, hayrılısı olsun! Çok mu sevinçlisiniz? Türkçe okulu mu buldunuz?! Demeyin!
Türk olduğunuzu gizleyemezsiniz. O, çağdaş dönemin dillere destan olan “demokrasi sistemi” yöntemi, sizi tekrar eritecektir, velef ki, sözde, etnik grupları için slogan çok çok dikkat çekici ve inandırıcıdır: “Çokşekil beraberliği!”
Kapatın gözlerinizi, tıkayın kulaklarınızı, uyku zamanı çoktan ayarlanmıştır. Tam rayli bir sistemin otel kompartımanı!
O, asırlar önce kurulmuş, bunca Türk halkını asimile etmek, Rus planı, devre dışı mı bırakılmış?! Eni sonu, “onu” tüm halklar benimsemiş ve başarılı olmuşlar.
Saygılar!
(Yazı, kısaltarak, Almanya’da yayınlanan “REFERANS” dergisinde yer almıştır.)
27.11.2019, Plovdiv