Bağlantı haritası Anasayfa » Alkayalı Hüseyin Pehlivan

Alkayalı Hüseyin Pehlivan

Bu yıl tarihi Kırkpınar yağlı güreşlerine gitmeye niyetlendim. Nasıp olursa her sene haziran sonu ve temmuz başı düzenlenen o Dünyaca anık sahneyi, yağlı, kispetli pehlivanları, davul zurna eşliğinde düzenlenen güreşleri gidip, ben de seyrederim. Bu nedenle Kırkpınar güreşlerinin tarihi ile ilgilenmeye başladım. Hayli bir araştırmadan sonra elime burasının başpehlivanları listesi düştü. Oldukça kabarık. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi olarak ikiye bölünmüş. Cumhuriyet dönemi listesi daha çok meraklandırdı beni. Başpehlivanları birer birer okurken aralarında bir isim dikkatimi çekti. HÜSEYİN ALKAYALI. Hemen aklıma Kırcaali’nin kuzey batı tarafında, arkasını Salman sırtına dayamış, Arda boyundaki şirin Alkaya (Krayno selo) köyü düştü. Listeye göre 1934 – 1942 yıları arasında 9 defa arka arkaya olmak üzere 13 yıl Kırkpınar başpehlivanlığını kazanan bu Cihangirin doğum yeri acaba bu köy müdür? Sorusu oluştu kafamda. İz sürmeye giriştim. Alkaya’da karşılaştıklarımdan yeterli bilgi alamadım. Oldukça gençtiler. “Onu bilse, bilse Salman’dan Saraç Mehmet ağabeyin oğlu Mehmet ağa bilir”, dediler. Oradan onların köyünün üst tarafındaki dedikleri köye gittim. Önerdikleri ağabeyi buldum. Hoşbeşten sonra derdimi anlattım. Adam can oldu hemen. “Bilmez olur muyum! Babam bize onu sık sık anlatırdı. Yaşım doksan. Babamın anlattıklarını defalarca başka komşulardan da duydum. Hüseyin pehlivan Alkaya’lı Osman ağanın oğlu. Onlar üç kardeşmişler. Babaları Çiftçilik ve baklalıkla uğraşmış. Güreşi de severmiş. Oğullarının üçü de pehlivanmış. Panayırlarda, düğünlerde arkaları yere gelmezmiş. Herhalde Hüseyin onlardan daha üstün olacak, babam küçükte olsam, beni her Gırcalı panayırına getirdiğinde, onu güreşirken görürdüm. Hiç arkasının yere değdiğini de görmedim. Hep başa kalırdı. Son güreşini Krumovgrad’ta (Koşukavak), yapmış. Meydana çıkmasıyla 120 kiloluk rakibini un çuvalı gibi yere serivermiş. Buna dayanamayan karşı taraf onu orada korkutmuş. Bu nedenle de o, buralarını bırakmak zorunda kalmış. Pasaport alıp ve ailesiyle 1927 yılı Türkiye Cumhuriyetine göç etmiş. Babam onun buradan acele sıyrılıp gitmesine yardımda bulunmuş. Daha sonraları onun Anavatanda, ünlü pehlivan olduğunu duyduk buralarda”, diye anlattı dobra dobra, bildiklerini ve duyduklarını Ençest (Salman) köyünde oturan Mehmet Mehmet Ahmet.

Edindiğim bilgilerden esinlenerek, araştırmalarımı derinleştirdim.

Ünlü memleketlimizin yaşam öyküsünü bir de Tekirdağ Kültür ve yardımlaşma derneğine 8 Kasım 1946 tarihinde kendisinin bizzat verdiği bilgilerden öğrenelim:
“1908 yılında Kırcaali’nin Alkaya köyünde doğdum. Soyadım köyümün adıdır. Babam Osman çiftçilik ve bakkallık ederdi. Güreşe meraklı olmakla birlikte yalnız bayramlarda güreşirdi. Aynı köyde ve ellibeş yaşında öldü. Bende ilk güreş merakı ağabeylerim Ali ve Bekir’den görerek başladı. On dört yaşıma gelince her ikisini yendim. Kardeşlerim çok kabiliyetli olduğumu görünce beni hiçbir işe sokmadılar. Biz çalışırız sen güreşi ilerlet dediler. On beş yaşımda evlendim. On dokuz yaşıma geldiğimde civarımızdaki bütün pehlivanları yenmiş bulunuyordum. Bulgaristan’da son güreşimi Elmalı yaylasında Koşukavak panayırında 120 kiloluk bir Bulgar ile yaptım. Bulgarı üst üste birkaç defa yendiğim halde kabul edilmedi. Üstelik gece beni öldürmeye kalktılar. Bunun üzerine pasaport alarak ailem ile 1927’de Tekirdağ’a geldim. Çiftlikönü mahallesinde bir ev tuttum. Bir gün bu ev üzerimize yıkıldı.kayınpederim ve kayınvalidem, baldızımın iki kızı, üç komşu kadın öldüler. Allah karımı ve çocuklarımı esirgedi. Tekirdağ’da yaptığım güreşlerde yenildim. Beni 1929’da yenenlerin başında Uzunköprülü Hüseyin gelir.

Bunun üzerine hayatımı kazanmak için çapaya gittim. Bu sıralarda yeni harfleri okuyup yazmayı öğrendim. Memleketimde yalnız bir yıl okula gitmiş eski yazıyı bile belleyememiştim. Ailemi geçindirmek için bir yandan mütemadiyen çalışıyor fakat güreşten kendimi alamıyordum. 1929 Ramazanında İstanbul’a gittim. On beş gün güreştim. Ramazan’ın on beşinden sonra Bayburtlu Kara Yusuf benimle beraber dört genç pehlivanı Samsun’a götürdü. Samsun ve civarında dört ay kaldık. Hiç para kazanamadım fakat pehlivanlıkta piştim. Samsun’dan sonra ilk güreşimi Düzce’de yaptım. Burada Baş Pehlivan Cemal ile karşılaştım ve başaltına güreştim. Güreşimiz 6 saat sürdü ve yenişemedik. Bundan sonra beni hep başa güreştirdiler. Güreşlerini dikkatle takip ettiğim ve beraber gezerek faydalandığım ustalarım Mandıralı Ahmet, Kara Ali Manisalı Rıfat, Çoban Mehmet’ten başka Mülayim, Cemal, Çoban Mahmut, Molla Mehmet, Şumnulu Arif gibi rakipler ile karşılaştım. Bunla arasında 1929’dan 1933’e kadar birçok güreşler yaptım ve kendimi ezdirmedim. 1933’ten sonra aramız ciddileşti. Daima mertçe tutuştuk. Nihayet 1936’da Eminönü Halk Evi Başpehlivanlık güreşi tertip etti. Burada 1935’in baş pehlivanı Kara Ali’yi Mülayimi, Afyonlu Süleyman’ı Arif’i yenerek başpehlivanlık kemerini aldım. Taksimde üst üste üç yıl tekrarlanan bu güreşleri daima kazandım.

Büyük Atatürk başarılarıma alaka gösterdi. Beni Çoban Mehmet ve Büyük Mustafa ile Florya’ya çağırarak güreştirdi. Bizi iltifatları ve bahşişleriyle sevindirdi.

1938 kışında, organizatör Asım Rıdvan ile Paris’e gittim. Önce derecemin anlaşılması için hususi kulüplerde elli pehlivan ile güreştim. Bir hafta içinde ve geceleri oldu. Karşıma çıkanları en çok on dakikada yendim. Sonra Finlandiyalı, Bulgar ve Fransız olmak üzere dört tanınmış pehlivan ile otuz bin seyirci önünde karşılaştım. Dördünü de on beşer dakikada yere vurdum.

Bunu üzerine organizatör Raul Paul beni odasına çağırdı. Fransız şampiyonu deglen ile yapacağım üç maçı kaybedersem on bin Türk lirası vereceğini söyledi. Damarlarımdaki Türk kanı buna asla müsaade etmedi. Yabancı bir memlekette baş pehlivan sıfatıyla temsil etmekte bulunduğum şerefi her şeyin üstünde olduğundan bu şeref için almak değil her şeyimi vermeğe her an hazır olduğumdan teklifi derhal reddettim. Mertçe karşılaşmama imkan verilmedi. Memleketime döndüm.

1939 Kırkpınar güreşlerinde Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü tarafından Kurt Dereli Mehmet pehlivan adına altın bir kemer ortaya kondu. Bu kemer üst üste üç yıl baş pehlivanlığı muhafaza edenin olacaktı. Azmim ve kuvvetim ile bunda da muvaffak oldum ve kemeri aldım. 1942 Kırkpınar güreşlerinde Babaeskili İbrahim baş pehlivan ilan edildi ise de sonra onu birkaç kere yendim. Bilhassa Afyonda bir dakikada sırtını yere getirdim.

Şimdi otuz sekiz yaşındayım. Yüz on kiloyum. Boyum 178 ensem 52 santimdir. Kuvvetimden hiçbir şey kaybetmedim. Karşıma çıkacak her pehlivanı yenmeğe hazırım. Baş pehlivan oluncaya dek en büyük rakibim Mülayim idi. Onunla belki elli güreş yaptım. Önce çorluda yendim sonra karşımda dayanamadı. Baş pehlivan oluncaya kadar hiçbir resmi ve hususi yardım görmedim. Türkiye’ye gelince yuvamı sevdiğim Tekirdağ’da kurup geliştirdiğim için kendimi Tekirdağlı olarak tanıttım. Tekirdağ vilayeti kendisine kazandırdığım şerefe mukabil bana bir ev hediye etmek istedi. General Kemal Balıkesir ve Vali Sakıp Beygo’nun teşebbüsleri ile işe başlandı. Fakat harp dolayısıyla Sayın General Tekirdağ’dan ayrılınca inşaat yüz üstü kaldı. Belediye kamyonlarının getirdiği birkaç metre küp taş ile Tekirdağ şoförlerinin taşıdığı kumdan başka yardım görmedim. Planı genişçe tutulan bu evi yalnız başıma yaptırmak zorunda kaldım. Bununla beraber bir ev sahibi olmama yol açan ve yardım eden şahıslara teşekkür borcumdur. Bugün içinde rahat ediyor ve birkaç kuruş kira alıyorum. Besim, Muhsin, Metin adlarında üç oğlum, Ayten adında bir kızım var.

Pehlivanlıkta esas kuvvet ve akıldır. İnsanın akıllızı pehlivan olur sözü bu sporu sevmeyenlerin uydurmasıdır ve yanlıştır. Bütün sporcular gibi ben de sağlam kafanın sağlam vücutta bulunacağına inanıyorum. Güreşte aklın rolü büyüktür. Sade kuvvet ile galip gelinmez. Güreşte yüz altmışaltı oyun vardır. Bunları yerine ve adamına göre kullanmak bir zeka işidir. Ben şimdiye kadar hiç içki kullanmadım. Hatta kahve bile içmedim. Ama artık bunları tek tük yapıyorum. Diğer pehlivanlarımıza bakarak benim bilhassa belim ve ensem kuvvetlidir, göğsüm geniştir. Yaptığım asıl güreş serbest güreştir. Devletçe ehemmiyet verilen alafranga, halkın sevdiği yağlı güreşlerdir. Yenilerden Yaşar Doğu’yu ve Celal Atik’i beğeniyorum. Yağlıda Babaeskililer; Sındırgılı Şerif, Karacabeyli Hayati, Lüleburgazlı Ali ve Ahmet, Hayrabolulu Süleyman, Manisalı Halil aynı ayardadırlar. Şimdi İngiltere’ye ve Amerika’ya gitmek, Türkün malum kuvvetini onlara da göstermek istiyorum.”

Hüseyin Pehlivan 1980 yılı rahatsızlanıyor. Hastalığına ise kalp büyümesi teşhisi konuyor. 10.02.1982 tarihinde Tekirdağ Devlet hastanesinde Allahın rahmetine kavuşan bu büyük pehlivan eller üstünde camiye getirilerek namazı kılındıktan sonra Hayrabolu üzerindeki Belediye mezarlığına defnolunuyor.

Tekirdağlılar Cihan Pehlivanı HÜSEYİN ALKAYALI’ ya duydukları saygı ifadesi olarak Cumhuriyet meydanına heykelini dikmişler.

Evet, hemşerimiz ünlü pehlivan HÜSEYİN ALKAYALI’nın yaşam öyküsü böyle. İlle onun doğup büyüdüğü, Arda boylarında, Rodoplar’da, şanı şöhreti unutulmak üzere. Dünyaya nam salan Deliorman pehlivanı KOCA YUSUFU ile yan yana Rodoplar’ın da var Cihangir pehlivanı HÜSEYİN ALKAYALI. Ona sahip çıkmak, eriştiği namını, şöhretini nesillere miras bırakmak bizim birer boyun borcumuz olmalı. En azından sivil toplum örgütlerinin girişimiyle evinin bulunduğu yere bir anıt taşı dikmeliyiz, onun adına.

Yazı: Mustafa Bayramali
Kaynak: Kırcaali Haber